​Kişisel Gelişim Strateji & Yönetim ​Siyaset Bilimi
Photo of author

“Kuantum Fiziği ve Din: Evrenin Sırlarında Dans” (2023)

Giriş

Herhangi bir şeyle fiziksel temas kurmanız mümkün değildir.

Şaka yapmıyorum, gerçekten öyle. Bilimsel olarak böyle… Tartışılamaz.

Çünkü atomlarımız dünyadaki diğer atomlara değemiyor. Her atom birbirini itiyor.

Aslında bu o kadar önemli bir durum ki, dünyadaki her insanın yaşayışını etkileyen, sosyal, siyasi ve ekonomik sonuçlar üretiyor.

Nasıl mı? Gelin isterseniz işe atomların ne olduğuna göz atarak ve neden herhangi bir şeyle fiziksel temas kuramadığımızı anlatarak başlayalım. Bu şekilde devam edersek iddialı makale başlığının nedensel öncüllerini açıklamamız daha kolay olacaktır.

Kuantum Fiziği ve Din: Evrenin Sırlarında Bir Dans
Kuantum Fiziği ve Din: Evrenin Sırlarında Bir Dans

Atomların Özel Hayatı

Burada atomların ne olduğuna dair hızlı bir özet sunalım. Konu an ve an karmaşıklaşsa da biraz dikkatle aşabileceğiniz bir karmaşıklık olduğunu fark edeceksiniz. zira ben de olabildiğince basitleştirerek yazmaya çalışacağım.

Haydi başlayalım.

Atomlar, çıplak gözle görülemeyen ancak yine de maddeden yapılmış olduğu düşünülen şeyler de dahil olmak üzere evrendeki her şeyin temel bileşenleridir. Bu nedenle, her şey tek tek atomlardan oluşur.

Bir insan vücudu temel olarak karbon, hidrojen, oksijen, azot ve diğer birkaç elementin kombinasyonlarından (atomlarından) meydana gelir. Vücudunuzun bileşimi, organik moleküllerin, proteinlerin, yağların, karbonhidratların ve diğer biyokimyasal bileşenlerin düzenlenmiş bir şekilde bir araya gelmesiyle oluşur.

Örneğin, karbon atomları vücudunuzdaki organik moleküllerin temel yapısını oluşturur. Hidrojen atomları su ve diğer bileşiklerin bir parçasıdır. Oksijen, solunum yoluyla enerji üretimi için kullanılır. Azot ise proteinlerin yapı taşlarından biridir ve vücudunuzdaki hücresel süreçlerin bir parçasıdır.

Vücudunuzdaki atomların sayısını kesin olarak belirtmek zordur çünkü bu sayı sürekli değişebilir. Ancak tahmini bir değer vermek gerekirse, yaklaşık olarak 7 oktilyon (7 x 10^27) atomdan oluştuğu söylenebilir. Bu sayı, farklı organların, dokuların ve hücrelerin farklı elementlere sahip olduğu ve bu elementlerin farklı atom sayılarına sahip olduğu gerçeğini yansıtır.

Doğal olarak bu atomlar da birleşerek vücudumuzu oluşturur.

Bu arada size verdiğim rakama tekrar dikkatinizi çekmek istiyorum. Bu sayı aslında bir oktilyondur, katrilyon değil…

Yedi oktilyon sayısına ulaşmak için yediden sonra 27 sıfır eklemeniz gerekir.

Bir hücredeki atom sayısı ise, hücrenin türüne, büyüklüğüne ve içerdiği bileşenlere bağlı olarak değişebilir. Tipik olarak, bir hücrede milyonlarca veya milyarlarca atom bulunabilir.

Örnek olarak, insan vücudundaki bir insan hücresi düşünüldüğünde, milyarlarca atomun bu hücrede bulunduğunu söylemek mümkündür. DNA molekülleri, proteinler, lipitler, karbonhidratlar ve diğer biyokimyasal bileşenlerin hücre içindeki atomlarının toplamı oldukça yüksektir.

Ancak kesin bir sayı vermek zor olsa da bir hücrede trilyonlarca atomun olduğunu söylemek gerçekçi olabilir. Bu atomlar, hücrenin işlevini yerine getirmesi için gerekli olan biyokimyasal reaksiyonlarda da rol oynar.

Kuantum Fiziği ve Din: Evrenin Sırlarında Bir Dans
Kuantum Fiziği ve Din: Evrenin Sırlarında Bir Dans

Atomlarım Boyutu Ne Kadardır?

Atomlar, diğer çok küçük parçacıklardan oluşur.

Bir atomun çapı yaklaşık olarak on santimetre artı veya eksi sekizdir, bu da bir santimin yaklaşık yüz milyonda birine eşittir.

Bileşen parçacıkları benzerlerinden çok çok daha küçüktür.

Bir atomun çekirdeğinin çapı 10 trilyon santimetrede 1 parçadır. Bu da bir santimin yaklaşık on kentilyonda birine denk gelir.

Bu minyatür dünyaya bakmak için elektron mikroskopları ve diğer ileri teknoloji biçimleri gereklidir. Atomlar çok küçük oldukları için çıplak gözle görülemezler.

Her atomun içinde de mutlaka bir çekirdek bulunur.

Bu çekirdek, protonlar ve nötronlar olarak bilinen atom altı parçacıklardan oluşur. Atom altı parçacıklarının sayısı yeni araştırmalarla artmaktadır.

Bir atomun en dış halkalarında bulunan elektronlar ise negatif yük taşır.

Elektronlar çekirdeğin harika yörüngesinde bulunabilir. Ancak elektronlar rastgele seçilmiş yörüngelerde hareket etmezler; daha ziyade dairesel yörüngelerde hareket ederler ve çekirdeğin etrafında sürekli olarak olağanüstü bir hızla dönerler.

“Harika” derken, bir elektronun çekirdeğin etrafındaki bir yörüngeyi tek bir saniyede yaklaşık bir milyon kez tamamladığını kastediyorum. Bu kesinlikle inanılmaz bir hızdır.

Şimdi en önemli soruya geçelim!


Elektronlar etrafında döndükleri atom çekirdeğine ne kadar uzak ya da ne kadar yakındır?

Atomun çekirdeği etrafında dönen elektronlar, belirli enerji seviyelerinde bulunurlar ve bu enerji seviyeleri farklı yörüngelere karşılık gelir. Elektronların tam olarak nerede bulunduğunu kesin bir şekilde belirlemek zordur çünkü elektronlar hem dalgalar hem de parçacıklar olarak davranırlar, bu da onların konumunu belirlemenin belirsizliğini ifade eder (Heisenberg Belirsizlik İlkesi).

Ancak, bir elektronun ortalama uzaklığı konusunda konuşabiliriz. Elektronların ortalama uzaklığı çekirdeğe bağlı olarak farklılık gösterir ve bu uzaklık temelde atomun büyüklüğünü belirler. Atomların boyutları ve elektron dağılımları, atomik yapılarını anlamak için önemli bilgiler sağlar. Ancak elektronların tam olarak nerede bulunduğunu belirlemek karmaşık bir konu olduğu için, genellikle elektron bulutu modelleri kullanılır. Elektron bulutu olarak adlandırılan bu dağılım, elektronların olası konumlarını gösterir.

Genel olarak, atomun çekirdeğine daha yakın enerji seviyelerindeki elektronlar, çekirdeğe daha yakın bulunurlar. Daha yüksek enerji seviyelerindeki elektronlar ise çekirdeğe daha uzakta bulunabilirler. Ancak, belirli bir atomun elektron dağılımı, atomun türüne ve hangi enerji seviyelerinde elektronların bulunduğuna bağlı olarak değişebilir.

Ben de bu makalede elektron bulutu modelinin sıklıkla örnek aldığı atom çekirdeğini bir misket büyüklüğünde olduğunu varsayarak anlatımıma devam edeceğim. Eğer bu noktadan devam edersek en yakın elektron, miskete yarım kilometre uzaklıkta olacaktır.

Yani demek istediğim şu: Kaldırıma bir misket koyun ve ondan yaklaşık 500 metre uzaklaşın… (Atomuna göre bu mesafe biraz değişebilir).

Aradaki boşluğun ne kadar büyük olduğunu takdir edebileceğinize inanıyorum…

Peki bu boşluğu dolduran şey tam olarak nedir?

Doğru yanıt “hiçbir şey”

Aslında ben de konu ile ilgili arkadaşlarımla bu konularda konuşurken ya da kişisel gelişim eğitimlerinin başında ve sonunda anlattığım başlıklarda böyle diyorum ama aslında gerçek biraz daha farklı.

İsterseniz bu yazdığım şey fizik kanunları dahilinde neden geçerli ve de aynı zamanda geçerli değil ele alalım ve ondan sonra devam edelim.

Elektronlar atom çekirdeği etrafında dönerken, aralarındaki boşlukta büyük ölçüde boşluk bulunur. Ancak bu boşluk tam anlamıyla “hiçbir şey” değildir. Atomların iç yapısını anlamak için geliştirilen modeller, bu boşluğun çeşitli bileşenlerle doldurulduğunu önermektedir. Yani hangi modeli ele alarak bu soruya cevap aradığınıza göre “gerçek” değişebilir.

Ben aslen fizik eğitimi almadığım için iddialı bir şekilde bu modellerden şunlar doğrudur ya da şunlar yanlıştır diyemiyorum. Ama bildiğim şey şu ki modellerin çalıştığı ya da daha etkili olduğu anlar var.

Mesela başlangıçta John Dalton’un modeli atomları bölünmez parçacıklar olarak düşündü. J.J. Thomson daha sonra atomun içinde negatif yüklü elektronlar ve pozitif yüklü madde karışımı olduğunu öne sürdü. Ernest Rutherford’un çalışmaları, atomun büyük bir kısmının yoğun, pozitif yüklü bir çekirdek içerdiğini ve etrafında elektronların döndüğünü gösterdi.

Niels Bohr, atomun elektronlarının belirli enerji seviyelerinde yörüngelerde döndüğünü açıkladı. Kuantum mekaniği daha sonra elektronların belirli enerji seviyelerinde bulunan kuantum durumları içinde davranış gösterdiğini belirtti.

Yani kime göre ya da neye göre diyebileceğimiz noktalar mevcut. Yarın eklenecek yeni bir bilgi bu söylediklerimin gerçekliğini de değiştirebilir.

Neyse konuyu çok karıştırmadan sorumuza geri dönelim ve boşluğu daha anlaşılabilir hale getirelim.

Elektronlar çekirdeğin etrafında böyle dönerken, aralarındaki boşluk çeşitli elektromanyetik alanlar, kuantum mekaniksel dalga fonksiyonları ve enerji seviyeleri tarafından tanımlanır. Bu boşluklar, atomun elektron dağılımının ve atomun fiziksel özelliklerinin belirlenmesinde önemli bir rol oynar.

Ayrıca, boşluklar atomun iç yapısını ve atomik etkileşimleri anlamada da kritik bir rol oynar. Atomlar arasındaki kimyasal reaksiyonlar, bu boşlukların elektromanyetik etkileşimleri ve elektronların enerji seviyelerine dayalı olarak gerçekleşir. Bu nedenle, elektronların ve atom çekirdeklerinin arasındaki boşluklar, atomların özelliklerini, davranışını ve kimyasal etkileşimlerini anlamada temel bir rol oynar.

Bu yazdıklarıma istinaden şunu diyebiliriz: atomun çekirdeği ile elektronlar arasındaki boşluğu dolduran tek bir parçacık bile yoktur.

Yalnız şunu da özellikle belirtmeliyim, “boş” derken “havayla dolu” demek istemiyorum, çünkü hava da maddedir. Boşluk hakkında hiçbir şey söylenemez.Zaten bu kadar uzun uzun anlatıp makale başlığından kopuyor gibi görünmemizin sebebi de. Az daha sabır lütfen. Farkındayım biraz uzadı. Kusura bakmayınız.

Daha önce de belirttiğim gibi, atomlar çevremizdeki her şeyin yapı taşlarıdır. Bu nedenle, sizin ve diğer şeylerin ve insanların en dış katmanlarının yüzeyinde elektronlar vardır ve her elektronun negatif bir yükü vardır.

Zıt kuvvetler zıt yönlere doğru itme eğilimindedir. Bu nedenle, her elektron diğer her elektrona karşı savaşır. 1 angstromluk bir mesafede bu itmenin gerçekleştiği gözlemlenir. Bir angstrom, metrenin 10 milyarda biri civarı bir ölçektir. Yeniden ifade etmek gerekirse, bu çıplak gözle algılanamayacak bir mesafedir. Örneğin, elinizi bir masanın üzerine koyduğunuzu düşünüyorsanız, ancak bunu gerçekten yapmadıysanız ve yapamıyorsanız, bunun nedeni elinizi gerçekten bir masanın üzerine koyamamanızdır.

Aralarında sadece bir angstromluk bir mesafe olduğunda, masadaki elektronlar ile elinizdeki elektronlar birbirlerini iterek asla temas etmemelerini sağlarlar.

İşte şimdi bir sonraki bölümde asıl soruyu sorabileceğimiz noktaya geldik.

Kuantum Fiziği ve Din: Evrenin Sırlarında Bir Dans
Kuantum Fiziği ve Din: Evrenin Sırlarında Bir Dans

Dokunduğunuz İzlenimini Tam Olarak Nasıl Ediniyoruz?

Her iki elinize birer mıknatıs koyun ve bunları ayrı ayrı tutartken birbirine yaklaştırın.

Yani elverişsiz kutuplarını birbirlerinin yakınına yerleştirin. Ne olur?

Temas etmeden birbirlerini iterler. Ve bu itme kuvveti çok güçlü olduğu için, birbirlerine değemezler.

Yani atom ölçeğinde, hayallerinizi kırmak istemem ama sadece dokunduğunuz hissine kapılırsınız. Gerçekte asla dokunmazsınız ve asla dokunamayacaksınız (Bazı özel beden ötesi formlara ulaşma çalışmalarında bu durumun farklı olabileceği düşünülebilir ama oldukça zor).

Yani bir kaldırıma oturduğunuzda, aslında ona hiçbir şekilde bağlı değilsinizdir; daha ziyade, inanılmaz derecede yakın bir mesafede onun üzerinde süzülüyorsunuzdur.

Kaldırımı oluşturan atomlarla sizi oluşturan atomların birbirlerine fiziksel olarak temas etmelerine imkân yoktur.

Başka bir örnek üzerine düşünelim.

Elinizi ateşe yaklaştırdığınızda, yanma hissiyle elinizi alevden çekmeyi unutmuyorsunuz değil mi? Çünkü ısıyı hissediyorsunuz ve dayanılmaz olduğunu görüp hızla alevden o anki duruma en uygun şekilde kaçınıyorsunuz.

Peki biz az önce atomla birbirine değimiyor demedik mi? Ateş elimi neden yakıyor?

Açıklayalım.

Isı, temelde moleküllerin ve atomların hareketinden kaynaklanan enerji transferidir. Ateş veya sıcak bir cisimle temas ettiğinizde, o cisimdeki moleküller veya atomlar daha hızlı titreşir ve enerji taşır.

Eliniz ateşe yaklaştığında, ateşin yüksek sıcaklığından dolayı ateşin molekülleri ve atomları daha hızlı hareket eder. Eğer eliniz yaklaşık yeterince sıcaksa, bu enerji transferi cildinizdeki dokulara ve sinir uçlarına ulaşır. Sinir uçları, bu enerjiyi elektriksel sinyallere dönüştürerek beyne ileterek sıcaklık veya yanma hissi olarak algılanır.

Yani, atomlar birbirine dokunmasa da enerji transferi sayesinde sıcak cisimlerden kaynaklanan ısı hissi algılanır. Bu nedenle, elinizi ateşe yaklaştırdığınızda yanma hissi yaşarsınız.

Oldukça uzun bir açıklamayı özetlemek gerekirse: hissedebildiğimiz ve dokunma olarak yorumlayabildiğimiz her şey, iten negatif parçacıklar arasında var olan itmenin sonucudur.

Kuantum Fiziği ve Din: Evrenin Sırlarında Bir Dans
Kuantum Fiziği ve Din: Evrenin Sırlarında Bir Dans

Bunları Durup Dururken Neden Anlattım?

Aslında bu konu başlığını aklınıza gelen her konu başlığı üzerinden değerlendirebilirsiniz.

Ama Kuantum fiziğinin geldiği bu noktada din ile kuantum fiziğinin (ya da klasik fiziğin de diyebiliriz) ilişkisinin (kendim de bu konularda Sufizm temelli eğitim verdiğim için) çok ama çok önemli olduğunu düşünüyorum.

Tam bu noktada sizlerle aklımdaki bazı soruları sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu noktada bu sorular ile ilgili kesin önyargılarım olmadığını ve bu soruların akademik tartışmaların ateşleyicisi olmasını umduğumu özellikle belirtmeliyim.

Mesela, “Tengri, kuantum dünyasının belirsizliğini mi kullanıyor?”

Ya da “Kuantum dünya, ruhun varlığını destekler mi?”

Hatta “Kuantum fiziği, dualiteyi (varlık ve yokluk) nasıl etkiler?”

Ve (şimdilik) son soru olarak “Kuantum fiziği, bilinmeyene inanmanın dayanağını mı sağlar?”

Sizlerin aklına gelen sorular varsa duymak isterim. Aslında bu konu oldukça fazla soruya ev sahipliği yapabilecek potansiyele sahip.

Peki bu sorulara nasıl cevap verilebilir? İşe nereden başlamak ve nasıl devam ettirmek lazım?

Bana sorarsanız bu konuda özellikle göz atılması gereken ön çalışma alanları bulunmakta.

Öncelikle özgür irade ve kader kavramlarına bu açıdan bir göz atalım.

Kuantum Fiziği ve Din: Evrenin Sırlarında Bir Dans
Kuantum Fiziği ve Din: Evrenin Sırlarında Bir Dans

Kuantum Fiziği Üzerinden Özgür İrade ve Kader Kavramları Yeniden Düşünülebilir mi?

Determinizm (Belirlenimcilik), bir olayın belirli nedenlerden dolayı gerçekleştiğini ve gelecekteki olayların da mevcut koşullar altında önceden tahmin edilebilir olduğunu öne süren bir görüştür. Ancak, kuantum fiziği bu görüşe meydan okur.

Belirli durumların gelecekteki sonuçlarını tam olarak tahmin yapmanın mümkün olmadığını ortaya koyar. Kuantum parçacıkları, belirli bir yerde ve zamanda hem var hem de yok gibi davranabilirler. Bu belirsizlik ilkesi, determinizmin sorgulanmasına ve gelecekteki olayların kesin olarak tahmin edilemeyeceği fikrine zemin hazırlar. Özellikle özgür irade ve kader düşüncelerini etkiler.

Özgür irade ve kader, insanın seçimlerini ve eylemlerini belirleme yeteneği ve yaşamının önceden belirlenmiş bir yolu olduğu inancına dayanır. Kuantum fiziğinin getirdiği belirsizlik ve rastgelelik kavramları, özgür iradenin sınırlarını ve kaderin esnekliğini tartışmaya açar.

Belirli bir olayın sonucunu kesin olarak tahmin edemememiz, insanların seçimlerini ne kadar özgürce yaptığını sorgulamamıza neden olabilir. Aynı şekilde, kuantum dünyasındaki rastgele olaylar, belirli bir kaderin önceden belirlenmiş olma fikrini zayıflatabilir.

Kuantum fiziği, özgür irade ve kaderin yanı sıra, insan düşüncesinin evrene etkisi ve fiziksel dünyayı dönüştürme potansiyeli gibi konularda da düşündürücü sorular ortaya koyar. Belirli bir parçacığın durumu, gözlem yapıldığında değişebilir.

Bu da insanın bilinçli gözlemiyle maddenin nasıl şekillendiği sorusunu gündeme getirir. Bu tür düşünceler, insan bilincinin evreni etkileyebileceği ve sınırlı görülen dünyanın daha karmaşık bir yapıya sahip olabileceği fikrini akla getirir.

Sonuç olarak, kuantum fiziği determinizm ve rastgelelik kavramlarını sorgulayan ve özgür irade ile kader arasındaki ilişkiyi yeni bir ışık altında incelememize olanak tanıyan önemli bir role sahiptir. Bu bilim dalı, insanların düşünce şekillerini ve inançlarını etkileyebilir, özellikle özgür irade, kader ve insanın evrene etkisi gibi konularda yeni perspektifler sunabilir ve hatta aması maması yok, sunmalıdır.

Kuantum Fiziği ve Din: Evrenin Sırlarında Bir Dans

Evrenin Dinamik ve Değişken Yapısına Dair Yeni Bir Bakış Açısı Geliştirebilir miyiz?

Kuantum fiziği, parçacıkların belirli bir yerde ve zamanda kesin bir şekilde bulunma yerine olasılık dağılımlarına sahip olduğunu gösterir. Yani, bir parçacığın tam olarak nerede olduğunu belirlemek yerine, o parçacığın olası konumlarının bir dağılımını elde ederiz. Bu belirsizlik ilkesi, klasik fizikte olduğu gibi her şeyin kesin olarak öngörülemez olduğunu ortaya koyar. Bu da evrenin daha dinamik ve değişken bir yapısı olduğunu düşünmemize neden olabilir.

Geleneksel olarak, insanlar evreni belirli yasalar ve sabitlerle tarif edilen, değişmez bir yapı olarak düşünmüşlerdir. Ancak, kuantum fiziğinin getirdiği olasılık ve belirsizlik kavramları, evrenin tamamen tahmin edilemeyen bir şekilde hareket ettiği düşüncesini akla getirebilir. Bu da evrenin sabit bir yapıdan ziyade, sürekli olarak değişen ve adapte olan bir dinamizme sahip olabileceğini düşündürür.

Kuantum fiziği aynı zamanda parçacıklar arasındaki ilişkileri de yeniden değerlendirmemizi sağlıyor. Parçacıklar arasındaki etkileşimler, olasılık dağılımları üzerinden açıklanabilir ve bu da evrenin her anında yeni bir dengeye ulaşabileceği fikrini destekler. Bu da aslında, evrenin devamlı bir şekilde evrilen ve değişen yapısına işaret eder.

Bazı insanlar için, kuantum fiziğinin getirdiği bu dinamik ve değişken evren görüşü, evrenin tahmin edilemezliğini ve karmaşıklığını daha iyi yansıttığı için çekici gelebilir. Bu görüş, insanların evrene sadece fiziksel yasalar ve sabitlerle değil, aynı zamanda sürekli değişen ve etkileşim halinde olan bir yapı olarak da bakmalarını sağlayabilir.

Demek istediğim şey aslında çok basit; kuantum fiziğinin evrenin dinamik ve değişken bir yapısına işaret ettiği görüşü, geleneksel evren anlayışını sorgulayan ve evrenin karmaşıklığını daha iyi yansıtan bir perspektif sunar. Bu görüş, evrenin sürekli bir şekilde değişen ve evirilen bir yapıya sahip olabileceği fikrini desteklerken, aynı zamanda insanların evrene dair bakış açılarını da derinlemesine yeniden düşünmelerine neden olabilir.

Kuantum Fiziği ve Din: Evrenin Sırlarında Bir Dans

Bilinmezlik ve Tevazu Kavramlarına Yeni Bir Bakış Açısı Getirilebilir mi?

Kuantum fiziği, belirli durumların kesin olarak önceden tahmin edilemeyeceğini vurguluyor. Bu, belirli bir olayın sonucunu tam olarak öngöremediğimizi ve önceden bilemeyeceğimizi ifade eder. Kuantum parçacıklarının belirsizlik ilkesine göre, bir parçacığın belirli bir özelliği, ölçüm yapıldığında ancak o anda kesin olarak belirlenir. Bu belirsizlik, determinizmin temelini sarsar ve insanın her şeyi kesin olarak bilebilme fikrini zorlar.

Bu haliyle belirsizlik ilkesi, insanların tevazu ve sınırlı bilgi fikirlerini güçlendirebilir. Evrenin derinliklerine inanmanın insanı sınırlı bir varlık olarak kabul etmeye ve evrenin karmaşıklığını anlamaya çalışmaya teşvik ettiği düşünülebilir. Kuantum fiziğinin getirdiği belirsizlik, insanın evreni anlamak için sınırlı bir perspektife sahip olduğunu fark etmesine neden olabilir. Bu da insanın bilgiyi alçakgönüllülükle karşılaması ve evrenin sırlarına saygı duyması gerektiği fikrini güçlendirebilir.

Tevazu, insanın sınırlılığını ve bilgisizliğini anlama konusunda bir temel ilkedir. Kuantum fiziği, belirsizlik ilkesiyle insanın her şeyi bilemeyeceği ve önceden tahmin edemeyeceği gerçeğini öne sürer. Bu, insanın sınırlılığını kabul etme ve evrenin derinliklerini anlamak için daha fazla çaba sarf etme gerekliliğini hatırlatır. Belirsizlik ilkesi, insanın evrenin sırlarını keşfetmeye çalışırken tevazu içinde hareket etmesi gerektiğini öne sürebilir.

Bence kuantum fiziği, insanın bilgiye ve evrenin sırlarına olan yaklaşımını yeniden şekillendirerek, tevazu ve anlayışı güçlendirebilir. Belirsizlik ilkesi, insanın her şeyi önceden bilemeyeceği gerçeğini hatırlatarak, insanın (ve aslında şirketlerin-STK’ların-siyasal partilerin ve hatta devletlerin) evreni anlamak için daha yüksek bir amaçla çaba sarf etmesini teşvik edebilir.

Tabi bu noktada Türk toplumu (ve hatta dünya kültürlerinin ya da milletlerinin tamamı) için de yepyeni keşifler gerçekleştirilebilir. Tabi bu keşifler ya da ofset yapılar da bir başka makalenin konusu olacak. O yüzden buraya kısa bir hatırlatma notu koymuş olalım ve devam edelim.

Kuantum Fiziği ve Din: Evrenin Sırlarında Bir Dans

Bilim ve Din: Kuantum Fiziği ile Uyumlu Bir Bakış Açısı

Benim için kuantum fiziğinin ortaya çıkardığı belirsizlik ve olasılık kavramları, evrenin sırlarına dair derin düşüncelere yönelmemizi sağlıyor. Bu da bana evrenin derinliklerini ve yaratılışını daha fazla heyecanla takdir etme ve merak duyma fırsatı sunuyor.

Öğrenmemiz gereken çok fazla şey var ve kendi adıma ben bu durumdan çok mutluyum.

Neyse,

Önce bir ayrıma işaret edelim; bilim, evrenin fiziksel yönlerini anlamak için kullanılan bir araçtır. Ancak, dinler insanın manevi boyutunu ve evrenin anlamını araştırır. Kuantum fiziği gibi çalışma alanları, fiziksel dünyayı anlama konusundaki çabalarımızı desteklerken, aynı zamanda evrenin derinliklerine inmeye ve manevi boyutları anlamaya teşvik edebilir. Bence artık bilimsel ve manevi araştırmaların birbirini tamamlayan iki farklı perspektifi temsil etmesi gerekmiyor, birleştirilmeliler. Yani aslında kuantum alanları (teorik olarak) bilim ve din arasında uyumlu bir bakış açısını destekleyebilir.

Kuantum fiziği ve diğer bilimsel kuramlar, evrenin yaratılışına dair farklı bir perspektif sunabilir. Evrenin belirsizlik ve olasılıkla dolu yapısı, bazı insanların evrenin yaratıcısının derin ve gizemli bir şekilde işlediği fikrini desteklemesine neden olabilir (tabi olmayadabilir). Sonuç ne olursa olsun; bu tartışma alanı, bilimsel anlayışın ve dini inançların birbirini destekleyebileceği bir alan yaratabilir.

Dünya jeo-politiğine baktığımızda bu yeni alana inanılmaz önemde ihtiyaç duyulduğunu görüyoruz.

Kuantum Fiziği ve Din: Evrenin Sırlarında Bir Dans

Sonuç Yerine

Bu makalenin kuantum fiziği ile başlayan yolculuğu, atomların birbirine dokunmamasından yola çıkarak evrenin derinliklerine doğru uzandı. Belirsizlik ilkesi, bilim insanlarına ve sade vatandaşlara tahmin edilemezliğin içinde kaybolmuş olduklarını hissettirse de aslında yeni bir anlayışın kapılarının aralanabileceğini unutmayalım.

Bu aralığı Türkiye Cumhuriyeti Devletinin algısı ne kadar anlayabiliyor emin olamıyorum.

Sanırım bu makaleyi yazma sebebim de bu aralığın görülmemesinin bana acı vermesi.

Düşünsenize; evrenin, kuantum fiziğinin gizemli dansıyla şekillenebileceği bir düşünce, bazı insanların tevazu ve sınırlı bilgi kavramlarını güçlendirebilirken, aynı zamanda insanı evrenin büyüklüğü karşısında hayretle dolduran bir deneyime de davet edebilir.

Bu hiç zor değil.

Fikrimin arkasında durmak konusunda kararlıyım çünkü gerçek ile derdi olan her T.C vatandaşı; atomların arasındaki boşluktan kaynaklanan etkileşimleri ve belirsizlikleri içeren bir dünya artık reddedilemezken, hatta din de evrenin anlamını ve insanın yerini sorgulayan manevi bir boyut sunabilirken, her iki grubu da ele alarak düşünmeli ve üretmeli…

Her ikisi de farklı yollarla insanı evrenin büyüklüğüne ve sırlarına yaklaştırırken, aslında bilim ve din arasında bir uyum ve denge kurulması mümkün.

Sonuç olarak, evrenin atomlardan parçacıklara, teorilerden inançlara uzanan bu yolu, kabul edilebilir belirsizlikler ve keşfedilmemiş güzellikler saklıyor.

Kuantum fiziği ve din arasında bir bağ kurarak, insanın hem bilgiye hem de maneviyata açılan bir pencere olduğunu görmemek için kör olmak ya da art niyetli olmak lazım. Bu yolda, bilim ve dinin birbirini destekleyen birer rehber olduğunu ve evrenin büyük tablosunu anlama konusunda bize yol gösterdiklerini görmek “hala” mümkün.

Not: Bu konuya örgüt kuramı ve siyaset bilimi açısından bakarak detaylarına inseydik, ortaya çıkacak sonuçların dünya siyasetini etkileyecek sonuçlar üretebileceğini ummamak saflıktır. Bahsettiğim bakış açısı klasikleşmiş dünya siyaseti bakış açılarına yeni bir “x” etkisi (faktörü) üretebilir. Hatta üretebilir demek yetersiz olur. Üretecektir..

Bu yeni x faktörünü kim ister ya da kim istemez iyi düşünmek lazım.

Ardından bu yolda hangi taraf neyi göze alacak iyi tartmak lazım.

Soru sorarak makale bitirmek en sevmediğim şeylerden biridir çünkü soru sorarak bir şeyler anlatmaya çalışan insanlar aslında hiçbir şey bilmiyor olma ihtimalini ya da bilgiyi gizleme ihtimalini anın durumuna göre üretirler.

Bu seferlik affedin; Aslında soru çok basit:

Ülkemizde bu x faktörünü üretebilecek erk (sizce) mevcut mu?

Hoşçakalın.



““Kuantum Fiziği ve Din: Evrenin Sırlarında Dans” (2023)” üzerine 2 yorum

  1. Opphenheimer filmini izledikten ve nefis yazını okuduktan sonra çok iyi geldi. KUANTUM FİZİĞİ RAHMETLİ ENGİN GEÇTAN’IN HAYAT kitabında Fuzy Mantığı olarak çok güzel anlatılır. Bu alanda eğitim alan ve ilerleyen biri olarak yazını ufuk açıcı buldum. Sevgiler. Soruna yanıt :Şimdilik yok ama her an çıkabilir. Sonsuz olasılıklar alanı. Neden olmasın? SEVGİLER ❤️

    Yanıtla
  2. Barış Tunçbilek’in “Kuantum Fiziği ve Din: Evrenin Sırlarında Dans” Yazısına Felsefi ve Psikolojik Bakış

    İnsan, dünya, din Tengri… Hava, su toprak ateş… Bilim, Fizik, Atom, Evren… Ve evrenin sırları… Barış Tunçbilek “Kuantum Fiziği ve Din: Evrenin Sırlarında Dans” başlığı yazıs ile bu konu üzerine derinlemesine yoğunlaşarak düşünce dünyasında adeta dans ettiriyor! Ne kadar ilginç: “Herhangi bir şeyle fiziksel temas kurmanız mümkün değildir.” teorisi ile şaka yapmadığını ve bu hususun tartışılamaz olduğunun altını çiziyor. Barış Tunçbilek’in kendi deyimi ile “Evrenin Dinamik ve Değişken Yapısına Dair Yeni Bir Bakış Açısı Getiriyor!..” Her şeyin tek atomdan oluşması, atomların diğer atomlara değmemesi, her atomun birbirini itmesinin insanın dünyadaki yaşamını etkileyerek sosyal, siyasi ve ekonomik sonuçlar doğurduğunu iddia ediyor Barış Tunçbilek. Evet, çok doğru bir tespit. İnsan vücudunun atomlardan oluşması ve insansın temel/yaşamsal ihtiyaçlarının oluşumu üzerine ilginç tespitlerde bulunuyor. Karbon, Hidrojen, Oksijen ve Azot işlevleri sonucu enerji ve protein oluşumu!.. Milyarlarca hücrenin bir atomda bulunmasının biyokimyasal reaksiyonlarda oynadığı rol ile hücrenin işlevinin yerine getirmesi!.. Barış Tunçbilek’e göre atom çekirdeği etrafında dönen elektronların nerede olduğunun belirsizliği dalga ve parçacıklar olarak hareket ettiklerinden kaynaklanması vs. daha birçok olayın atomların çevremizdeki her şeyin yapı taşı olduğunu göstermektedir. Zıt kuvvetlerin zıt yönlere doğru itme eğilimi ile her elektronun diğer her elektrona etkilediğini anlamaktayız. Bazı deneyimler sonucunda dokunma ve temas bilinç yanılgılarına şahit oluruz! Barış Tunçbilek’in ilginç bir tespitine göre iki elinizdeki iki ayrı mıknatısı birbirine yaklaştırdığınızda dokunduğunuzu ve temas kurduğunuzu hissedersiniz ama gerçekte durum farklıdır. Atomların birbirlerine yaklaşımını bu şekilde düşündüğünüz zaman… İkinci bir örnekle Barış Tunçbilek bu hususta elin ateşe değmesi sonucu oluşan atomların işlevine parmak basıyor. Dokunma sonucu oluşan yanma hissi! Yani, enerji transferi! Barış Tunçbilek bu hususu izah ederken “hissedebildiğimiz ve dokunma olarak yorumlayabildiğimiz her şeyin iten negatif parçacıklar arasında var olan itmenin bir sonucu olduğunu ifade ediyor” Barış Tunçbilek’e göre Din ve Kuantum Fiziğinin karşılaştırılması konusu Tengri, Kuantum dünyasının belirsizliğini mi kullanılıyor (?) ya da Kuantum dünya, ruhun varlığını mı destekliyor soruları ile düşünce dünyasına neşter atıyor. Daha da ötesi Kuantum fiziği varlık ve yokluk (dualite) üzerindeki etkisi?! … gibi sorular ile Kuantum fiziğinin bilinmeyene inanmanın dayanağı olup olmadığı sorusu ile de konuya daha bir derinlik kazandırıyor. Barış Tunçbilek, konuyu daha ileri bir boyuta taşıyarak Kuantum Fiziği üzerinden özgür irade ve kader kavramları üzerinden yeniden düşünülüp düşünülemeyeceği tezini ortaya atarak adeta insansın sinir uçlarında dans ederek düşünce dünyasına yeni bir boyut kazandırıyor! Barış Tunçbilek yazısının devamında evrenin dinamik ve değişken yapısına dair yeni bir bakış açısı getirebilir miyiz diyerek yine Kuantum fiziği üzerinden yeni bir teori üreterek evrenin bilinmeyen derinliklerine düşünce yolculuğu yapmamızı zorluyor. Arkasından da bilinmezlik ve tevazu kavramlarına yeni bir bakış açısı getirebilmek için düşünce okyanusunda bize kulaç attırıyor! Barış Tunçbilek’in yazısını okurken düşünce denizinde atom ve hücre röveşatası attıktan sonra bilimin, felsefenin psikolojik boyutlarını zorlayarak “bilinmezlik”, “tevazu” kavramlarına odaklanıp Din/Tengri ve Bilim/Fizik arasında sıfır sonuçla bir fark olduğu (yani hiçbir farkın olmadığı) hissi bütün ruhumuzu kuşatıyor.

    Yanıtla

Yorum yapın

Emeğe Saygı :)