Strateji & Yönetim ​Siyaset Bilimi
Photo of author

Dünya Ekonomik Forumu Gündemi (2025)

Giriş

Dünya Ekonomik forumu ile ilgili bu yazıyı daha erken yayınlayacaktım ama ne yazık ki diğer konu başlıklarını daha önemli bulduğum için ancak şimdi yayınlıyorum. Kusura bakmayın.

Sonuç kısmına kadar yazacaklarım olayların genel değerlendirmeleri olacak. Sonuç kısmında ise bir analizin bilimsel kurgu içerisinde nasıl değerlendirilebileceğini ve sadece söz üretenlerin aslında ne kadar az konuşturulması gerektiğini şüpheye yer bırakmayacak şekilde; “siyaset bilimi tekniği” üzerinden irdeleyeceğim.

O yüzden önce biraz sabır.

Hemen başlayalım.

Dünya Ekonomik Forumu (WEF), 1971 yılında Klaus Schwab tarafından kurulmuş ve o günden bu yana küresel ekonomik, siyasi ve toplumsal meseleleri ele alan bir platform olarak varlığını sürdürmüştür. İsviçre’nin Davos kasabasında her yıl düzenlenen bu zirve, devlet başkanları, küresel şirketlerin yöneticileri, akademisyenler ve medya temsilcilerini bir araya getirerek dünyanın geleceğine dair önemli kararların tartışıldığı bir alan olarak sunulmaktadır. Ancak yıllar içinde WEF’in gerçek işlevi konusunda ciddi şüpheler doğmuştur. Forumun açıkladığı büyük vizyonlar ve çözüm önerileri, çoğu zaman kamuoyunun önünde bir vitrin işlevi görmekte, asıl kritik müzakereler ve güç odaklarının yönlendirdiği planlamalar ise kapalı kapılar ardında gerçekleşmektedir.

WEF’in politik olarak hangi gruplarla bağlantılı olduğuna bakıldığında, liberal küresel düzenin savunucuları ile sıkı ilişkiler içinde olduğu açıkça görülmektedir. Özellikle Atlantikçi güç blokları, yani ABD ve Batı Avrupa merkezli neoliberal düzenin destekçileri, forumun en etkili katılımcıları arasında yer almaktadır. Davos toplantılarında söz sahibi olan büyük şirketlerin CEO’ları ve Batılı hükümetlerin liderleri, emperyal/kapitalist sistemin devamlılığını sağlamak için belirli politika çerçevelerini şekillendirmektedir. Buna karşın, Çin, Rusya ve diğer yükselen güçlerin zaman zaman foruma dahil olmalarına rağmen, küresel düzen üzerindeki etkilerinin sınırlı tutulduğu da dikkat çekmektedir.

Forumun 2025 yılı için belirlediği “Collaboration for the Intelligent Age” (Akıllı Çağ için İşbirliği) teması, büyük ölçekli ekonomik ve toplumsal dönüşümleri ele almayı vaat etmektedir. Ancak, WEF’in onyıllardır sürdürdüğü zirvelere bakıldığında, bu tür büyük vaatlerin çoğunlukla retorik seviyesinde kaldığı görülmektedir. Her yıl düzenlenen toplantılar, küresel elitlerin bir araya gelip entelektüel tartışmalar yürüttüğü bir gösteriye dönüşmekte, ancak sahne önünde sergilenen bu “işbirliği” görüntüsünün, sahne arkasında bambaşka güç dinamikleriyle şekillendiği bilinmektedir. Kameralar önünde daha eşitlikçi ve sürdürülebilir bir dünya vadedilirken, kapalı oturumlarda ise küresel ekonomik düzenin mevcut güç odakları lehine nasıl yönlendirileceği tartışılmaktadır.

WEF’in gündeminde yer alan konuların, dünya genelindeki toplumsal ve ekonomik adaletsizlikleri gidermeye yönelikmiş gibi sunulması da bu bağlamda sorgulanmalıdır. Bu yılın konusu olan dijitalleşme, yapay zekâ, yeşil dönüşüm gibi kavramlar, kamuoyuna “insanlığın ortak çıkarına hizmet eden yenilikler” olarak lanse edilse de, gerçekte bu dönüşümlerin arkasında büyük sermaye gruplarının çıkarlarını koruma amacı yatmaktadır. Örneğin, yeşil enerjiye geçişin teşvik edilmesi, çevresel kaygılar üzerinden meşrulaştırılmakta, ancak bu süreçte geleneksel enerji kaynaklarını elinde tutan belirli güçlerin yeni piyasalarda nasıl avantaj sağlayacağı asıl mesele olarak ele alınmaktadır. Benzer şekilde, dijitalleşmenin insan hayatını kolaylaştıracağı iddiası öne çıkarılırken, büyük teknoloji şirketlerinin küresel ekonomiyi nasıl domine edeceği gerçekte tartışılan konular arasındadır.

Gördüğüm kadarıyla bu yıl 5 tane ana başlık altında çalışıldı. Şimdi sonuç belgelerini özetleyerek hepsine tek tek bakalım.

Dünya Ekonomik Forumu 2025 ve Gündemine Dair Şüpheler
Dünya Ekonomik Forumu 2025 ve Gündemine Dair Şüpheler

Güvenin Yeniden İnşa Edilmesi – mi?

Dünya Ekonomik Forumu’nun 2025 ajandasında yer alan “Güvenin Yeniden İnşa Edilmesi” başlığı, dijitalleşmenin hız kazandığı bir dönemde toplumlar arasındaki güven kaybını telafi etmeyi amaçladığını iddia etmektedir. Forum tarafından dijital hizmetlerin yıllık %8,2 oranında büyüme kaydettiği belirtilirken, küresel ticaretin %5,8’lik büyüme oranıyla geride kalması, ekonomik ve toplumsal ilişkilerin dijitalleşme ekseninde dönüştüğüne işaret etmektedir. Ancak, burada ele alınan dönüşümün gerçekten toplumsal güveni yeniden tesis edip edemeyeceği oldukça tartışmalıdır.

Bu yazıda “tartışmalıdır” sözünü farklı şekillerde sık sık okuyacaksınız. Hazırsanız devam edelim.

Dijitalleşme, küresel ticareti hızlandırarak ekonomik aktörler arasında daha şeffaf ve hızlı bir işleyiş sunduğu iddiasıyla öne çıkarılmaktadır. Ancak gerçekte bu süreç, toplumlar ve bireyler arasındaki güveni artırmaktan çok, yeni ayrışmalara ve belirsizliklere yol açmaktadır. Geleneksel ekonomik sistemler, ulusal hükümetlerin belirli düzenlemeler çerçevesinde kontrol ettiği mekanizmalara dayanırken, dijital ekonomi çok daha merkeziyetsiz ve belirsiz bir yapıya bürünmüştür. Büyük teknoloji şirketlerinin ticaret, finans ve iletişim alanlarında giderek artan gücü, devletlerin ekonomik ve siyasi denetim mekanizmalarını zayıflatmaktadır.

Bu süreçte, dijitalleşme ile birlikte kamuoyunun devletlere, kurumlara ve hatta küresel ekonomik sisteme duyduğu güvenin azalması kaçınılmaz olmuştur. Örneğin, dijital ticaretin ve finansal işlemlerin küresel ölçekli olması, ekonomik krizlerin artık sadece ulusal sınırlar içinde değil, dünya çapında domino etkisiyle yayılmasına neden olmaktadır. 2008 küresel ekonomik krizinde olduğu gibi, büyük finansal oyuncuların denetimsiz hareketleri toplumların ekonomik güvensizlik yaşamasına neden olmuştur. Bugün dijital para birimleri, merkezi olmayan finans yapıları (DeFi) ve algoritmik ticaret gibi unsurlar, ekonomik sistemin şeffaf olmadığı ve elitlerin kendi çıkarlarına göre yönlendirdiği bir mekanizma olduğu algısını güçlendirmektedir.

Dijital dönüşüm sürecinde devletler ve büyük teknoloji şirketleri arasındaki güç mücadelesi de güvenin yeniden tesis edilmesini zorlaştırmaktadır. Forum, küresel yönetişim mekanizmalarının güçlendirilmesi gerektiğini savunurken, gerçekte çok uluslu şirketlerin hükümetlerden daha fazla ekonomik güce sahip hale geldiği gerçeğini göz ardı etmektedir.

Örneğin, Google, Amazon, Facebook (Meta) ve Microsoft gibi dev şirketler, küresel ekonomide devletlerden daha fazla etki alanına sahip hale gelmiştir. Bu şirketler yalnızca ticari faaliyet yürütmekle kalmayıp, aynı zamanda bilgi akışını, medya manipülasyonunu ve kamuoyu algısını da yönlendirmektedir. Sosyal medya platformlarının seçim süreçlerine doğrudan etki edebildiği, kullanıcı verilerini manipüle ederek kamu politikalarını şekillendirebildiği artık inkâr edilemez bir gerçektir. Bu durum, halkın demokratik süreçlere duyduğu güvenin sarsılmasına neden olmaktadır.

Forum, gördüğüm kadarıyla, güvenin yeniden tesis edilmesi için iş dünyası ve hükümetler arasında daha fazla iş birliğini savunmaktadır. Ancak bence bu iş birliği çoğunlukla hükümetlerin çok uluslu şirketlere daha fazla imtiyaz tanıması ve piyasa düzenlemelerinin gevşetilmesi anlamına gelmektedir. Zira, büyük teknoloji şirketleri üzerinde ciddi düzenlemeler getirilmesi gerektiği konusunda geniş bir akademik ve politik mutabakat olmasına rağmen, WEF gibi küresel elitlerin kontrolündeki organizasyonlar genellikle şirketleri koruyan bir yaklaşım sergilemektedir.

WEF’in raporlarında belirtilen bir diğer önemli unsur, küresel yönetişim sisteminin giderek daha fazla çok kutuplu bir yapıya evrilmesi ve bunun güven ilişkilerini zedelemesidir. Son yıllarda ABD ve Avrupa merkezli liberal dünya düzeni, Çin, Rusya ve diğer yükselen güçlerin meydan okumasıyla zayıflamaktadır. Batı merkezli ekonomik ve siyasi ittifaklar giderek daha kırılgan hale gelirken, yeni bölgesel ekonomik bloklar ortaya çıkmaktadır.

Özellikle Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi (BRI), Asya’daki ekonomik dengeleri değiştirmekte ve Batı merkezli finansal yapılar için bir tehdit oluşturmaktadır. Rusya’nın enerji kaynakları üzerindeki kontrolü, küresel enerji ticaretinin yeniden şekillenmesine neden olmaktadır. Bu tür gelişmeler, WEF’in “küresel iş birliği” çağrılarının gerçekte bir anlam taşımadığını ve büyük güçler arasında daha sert ekonomik rekabetin yaşanacağını göstermektedir.

Özellikle Ukrayna Savaşı sonrasında Rusya’ya yönelik yaptırımlar ve Çin ile Batı arasındaki teknoloji savaşları, küresel ekonomik sistemin geleceğinin belirsizliğini artırmaktadır. WEF’in sunduğu “daha fazla iş birliği” söylemi, gerçekte büyük güçler arasındaki ekonomik savaşın giderek şiddetleneceğini gizlemekten başka bir işe yaramamaktadır.

Güvenin yeniden inşası konusunda göz ardı edilen en kritik konulardan biri de dijital güvenliktir. Küresel ölçekte dijitalleşmenin artması, bireylerin mahremiyetini ve verilerini tehdit eden yeni sorunları da beraberinde getirmektedir. Forum, dijital güvenin sağlanması gerektiğini belirtirken, büyük veri şirketlerinin ve devletlerin bireylerin mahremiyetine yönelik giderek artan ihlallerini görmezden gelmektedir.

Örneğin, Çin’in sosyal kredi sistemi, bireylerin dijital aktivitelerine göre ekonomik ve toplumsal fırsatlarının belirlenmesine neden olurken, Batı’da da büyük teknoloji şirketleri bireylerin tüm hareketlerini takip edebilmekte ve verilerini hükümetlerle paylaşabilmektedir. Unutmayı asla planlamadığım Cambridge Analytica skandalı, bireylerin siyasi yönelimlerinin nasıl manipüle edilebileceğini gösteren çarpıcı bir örnektir. Bu tür olaylar, toplumların devletlere ve kurumlara olan güvenini ciddi şekilde zedelemekte ve dijitalleşmenin güveni artırmaktan çok kontrol mekanizmalarını güçlendirdiğini göstermektedir.


Büyümeyi Yeniden Kurgulamak – mı?

Dünya Ekonomik Forumu’nun 2025 ajandasında yer alan ikinci başlık, büyümenin yeniden kurgulanması gerektiğini öne sürmektedir. Forum, dijital ekonominin küresel GSYH’nin %15,5’ini oluşturduğunu ve önümüzdeki on yıl içinde yeni ekonomik değerin %70’ini yaratabileceğini iddia etmektedir. Ancak bu iddiaların ardında ciddi metodolojik ve pratik sorunlar bulunmaktadır. WEF’in ortaya koyduğu büyüme modeli, (tekrar) teknolojik dönüşümün ekonomik refahı eşit şekilde dağıtacağını varsaymaktadır; ancak mevcut veriler ve küresel ekonomik dinamikler, bu varsayımın gerçekleşmesinin pek mümkün olmadığını göstermektedir.

Dijitalleşme ile büyümenin doğrudan paralel olduğu iddiası, genel ekonomik göstergeler incelendiğinde sorgulanması gereken bir yaklaşımdır. Tekrar ediyorum; dijital ekonominin büyüklüğünü belirleyen metrikler, genellikle büyük teknoloji şirketlerinin piyasa değerleri ve dijital hizmetlerin yaygınlaşması üzerinden ölçülmektedir. Ancak bu ölçümler, ekonomik büyümenin toplumun geniş kesimlerine nasıl yansıdığını tam olarak göstermez.

Örneğin, ABD’de ve Avrupa’da büyük teknoloji şirketleri muazzam büyüme rakamlarına ulaşmış olsa da, gelir adaletsizliği giderek artmaktadır. Dijital platformlar, büyük sermayeye sahip olan şirketlerin daha fazla kâr elde etmesini sağlarken, geleneksel sektörlerde çalışan milyonlarca insanın iş kaybına uğramasına sebep olmaktadır. (Aslında ben de bir noktaya kadar destekliyor olsam da) Uber, Amazon ve diğer platform ekonomisi şirketlerinin sunduğu iş modelleri, esnek çalışma adı altında iş güvencesini ortadan kaldırmış ve milyonlarca insanı düşük ücretli, güvencesiz işlere yönlendirmiştir.

Dijitalleşmenin büyüme üzerindeki etkisini değerlendirirken, büyük şirketlerin elde ettiği devasa gelirlerin toplumun genel refah seviyesini ne ölçüde artırdığına bakmak gerekir. Son yıllarda, özellikle teknoloji sektöründe gelirler hızla artarken, orta ve alt gelir gruplarının reel gelirleri sabit kalmakta ya da düşmektedir. Bu, dijital büyümenin genel ekonomik kalkınma ile aynı anlama gelmediğini göstermektedir.

Dijital ekonominin büyüme için bir fırsat sunduğu iddiası, küresel düzeyde eşitsizlikler göz önüne alındığında daha da tartışmalı hale gelmektedir. WEF’in büyüme modelleri, genellikle Batı merkezli teknoloji şirketlerinin küresel ekonomi üzerindeki etkisini olumlu gösterecek şekilde formüle edilmektedir. Ancak (tekrar) dijital ekonominin sunduğu fırsatlar, dünya genelinde eşit dağılmamaktadır.

Gelişmiş ülkeler, dijital altyapılarını güçlendirerek bu büyümeden maksimum düzeyde faydalanırken, gelişmekte olan ve düşük gelirli ülkeler için aynı durum geçerli değildir. Dünya Bankası verilerine göre, dünya genelinde 3 milyardan fazla insan hâlâ güvenilir bir internet bağlantısına sahip değildir. Bu da dijital ekonominin yarattığı fırsatların büyük bir kısmının yalnızca belli başlı ekonomik merkezlere yoğunlaştığını göstermektedir.

Forumun dijital büyümeye dair ortaya koyduğu projeksiyonlar, mevcut küresel borç krizi göz önüne alındığında daha da şüpheli hale gelmektedir. Günümüzde küresel borç seviyeleri tarihin en yüksek noktalarına ulaşmış durumdadır. IMF verilerine göre, küresel borç 2023 itibarıyla 300 trilyon doları aşmış ve birçok gelişmiş ülke, yüksek borç seviyeleri nedeniyle ekonomik büyümeyi sürdürülebilir kılmakta zorlanmaktadır.

WEF’in öne sürdüğü dijital büyüme modeli, büyük teknoloji yatırımları ve devlet teşvikleri ile desteklenmektedir. Ancak hükümetlerin bütçe açıkları ve artan borç yükü, bu modelin uzun vadede sürdürülebilir olmadığını göstermektedir. Birçok gelişmiş ülke, pandemi sonrası yüksek enflasyon ve faiz artırımları nedeniyle kemer sıkma politikalarına yönelmiştir. Bu, dijital ekonomiye olan yatırımları sınırlayacak ve büyümenin ivmesini düşürecektir.

Özellikle gelişmekte olan ülkeler, yüksek borç seviyeleri nedeniyle dijital dönüşüm süreçlerine ayak uydurmakta zorlanmaktadır. Dünya Bankası verileri, düşük ve orta gelirli ülkelerin dijital altyapı yatırımları için yeterli finansal kaynağa sahip olmadığını göstermektedir. Çin gibi ülkeler, Kuşak ve Yol Girişimi aracılığıyla bu açığı kapatmaya çalışsa da, Batılı ekonomik sistemler tarafından getirilen finansal kısıtlamalar, gelişmekte olan ülkelerin dijital büyüme sürecine tam olarak dahil olmasını engellemektedir.

Yani ortada komik bir durum var. Her komedi gibi bu durum da aslında gizli değil, sahnede ve gözümüze sokuluyor.

WEF, ekonomik büyüme ile şiddet arasındaki ilişkiye de değinerek, daha barışçıl ülkelerin daha yüksek ekonomik büyüme oranlarına ulaştığını iddia etmektedir. Ancak bu görüş, jeopolitik gerçekliklerle çelişmektedir.

Örneğin, ABD ve Batı Avrupa ülkeleri en büyük dijital ekonomilere sahip olmasına rağmen, bu ülkeler aynı zamanda küresel askeri harcamaların büyük bir kısmını yapmaktadır. ABD’nin yıllık askeri harcamaları 800 milyar doları aşarken, bu harcamalar dijital ekonomiyle büyüme iddiasını doğrudan çelişkili hale getirmektedir. Büyük güçler, ekonomik büyümelerini sürdürmek için istikrarsız bölgelerde askeri müdahalelerde bulunarak kendi ticaret yollarını ve teknoloji ihracatlarını güvence altına almaya çalışmaktadır.

Diğer taraftan, gelişmekte olan ülkeler yüksek şiddet ve güvenlik sorunları nedeniyle ekonomik büyüme potansiyellerini tam anlamıyla gerçekleştirememektedir. Orta Doğu ve Afrika’daki ülkeler, Batılı devletler tarafından sürdürülen askeri müdahaleler ve ekonomik yaptırımlar nedeniyle dijital dönüşüm süreçlerine tam olarak katılamamaktadır.

Dolayısıyla, WEF’in büyümenin yeniden kurgulanması yönündeki önerileri, gerçek dünyada uygulanabilir olmaktan uzaktır…

Dünya Ekonomik Forumu 2025 ve Gündemine Dair Şüpheler
Dünya Ekonomik Forumu 2025 ve Gündemine Dair Şüpheler

İnsanlara Yatırım – mı?

Dünya Ekonomik Forumu’nun 2025 ajandasındaki üçüncü başlık, insanlara yatırım yapmanın önemine vurgu yapmaktadır. Forum, yapay zekâ ve otomasyonun küresel işgücünün yaklaşık %40’ını etkilediğini ve bu teknolojilerin insan emeğini tamamlayıcı bir rol oynayacağını öne sürmektedir. Ancak, bu iddia mevcut ekonomik ve teknolojik gerçekliklerle çelişmektedir. Yapay zekâ ve otomasyonun yalnızca insan işgücünü destekleyici bir unsur olarak kalacağı varsayımı, teknolojinin gelişim hızını ve kapitalist sistemin temel dinamiklerini göz ardı etmektedir.

En azından kendi gördüklerime göre yapay zekâ ve otomasyon teknolojileri, özellikle tekrarlayan görevleri yerine getiren işlerin ortadan kalkmasına neden olmaktadır. Bankacılık, perakende, lojistik ve müşteri hizmetleri gibi sektörlerde otomasyonun hızla yaygınlaşması, milyonlarca insanın işsiz kalma riskini artırmaktadır.

Örneğin, McKinsey’nin 2023 yılında yayımladığı rapor, 2030’a kadar küresel iş gücünün en az %25’inin otomasyon nedeniyle değişim geçireceğini öngörmektedir. Ancak bu değişimin yeni iş fırsatları yaratıp yaratmayacağı belirsizdir. Tarihsel olarak her büyük teknolojik devrim bazı sektörleri ortadan kaldırırken yenilerini yaratmıştır; ancak yapay zekâ ve otomasyonun getirdiği değişim, defalarca yazdığım üzere önceki sanayi devrimlerinden çok daha hızlı ve kapsamlı gerçekleşmektedir.

Bununla birlikte, bu yeni teknolojilerin yalnızca düşük vasıflı işleri değil, orta ve yüksek vasıflı işleri de tehdit ettiğini görmekteyiz. Örneğin, hukuk, finans ve sağlık sektörlerinde yapay zekânın kullanımı, geleneksel olarak yüksek gelir getiren mesleklerde bile iş kayıplarına yol açabilecek düzeye ulaşmıştır. ChatGPT gibi büyük dil modelleri ve gelişmiş otomasyon yazılımları, avukatların, muhasebecilerin ve hatta bazı doktorların yerini alabilecek çözümler sunmaktadır.

Görüyorsunuz ki forum, SÜREKLİ AMA SÜREKLİ insanlara yatırım yapmanın küresel ölçekte sosyal refahı artıracağını savunmaktadır. Ancak, teknolojik dönüşümün doğası gereği daha büyük eşitsizlikler yaratabileceği gerçeği göz ardı edilmektedir.

Dijital becerilere sahip olan, eğitimli ve yüksek gelire sahip kişiler teknolojik dönüşümden daha fazla fayda sağlamaktadır. Buna karşılık, gelişmekte olan ülkelerde ve düşük gelir gruplarında yer alan insanlar, bu dönüşümden olumsuz etkilenmektedir. WEF’in önerdiği gibi insanlara yatırım yapılması ve eğitimin teşvik edilmesi, uzun vadede bazı olumlu etkiler yaratabilir. Ancak, bu tür politikaların geniş çapta uygulanabilir olup olmadığı sorgulanmalıdır.

Örneğin, gelişmekte olan ülkelerde eğitime erişim hâlâ büyük bir sorun olarak varlığını sürdürmektedir. Dünya Bankası verilerine göre, gene Afrika ve Güney Asya’da yüz milyonlarca çocuk, temel eğitime bile ulaşamamaktadır (peki bunu ne yapacağız?). WEF’in öne sürdüğü şekilde iş gücünün yeniden eğitilmesi ve dijital beceriler kazandırılması, yeterli altyapı olmadan mümkün değildir.

Bizler her konunun öncesinde insan olarak bunu nasıl kabul eder ya da görmezden gelebiliriz?

Ayrıca, teknoloji devleri tarafından sağlanan eğitim programlarının genellikle kendi çıkarlarına hizmet ettiği unutulmamalıdır. İncelediğim kadarıyla Google, Amazon, Microsoft ve diğer büyük teknoloji şirketleri, kendi ekosistemlerine entegre olacak iş gücü yetiştirmek için kurslar ve sertifikalar sunmaktadır. Ancak, bu programlar bağımsız eğitim politikalarından ziyade şirketlerin kârını artırmaya yönelik bir stratejidir. Tabi ben onlara bu noktada kızmıyorum. Eleştirdiğim şey bunun bu haliyle anlatılmaması konusunda zorlayıcı bir programın olduğunu gözlemliyor olmam.

WEF, yapay zekâ ve otomasyonun iş gücünü destekleyeceğini iddia ederken, işçilerin giderek daha fazla güvencesiz çalıştırıldığı gerçeğini göz ardı etmektedir. Gig ekonomisi ve esnek çalışma modelleri, işçileri güvencesiz ve düşük ücretli işlere itmektedir. Daha önce de belirttiğim gibi kendi ülkelerindeki Uber, DoorDash, Amazon Mechanical Turk gibi platformlar aracılığıyla çalışan milyonlarca insan, geleneksel istihdam güvencesinden yoksun kalmaktadır.

Teknolojik dönüşümün hızlanmasıyla birlikte, işçilerin sendikal örgütlenme hakları ve toplu pazarlık gücü de zayıflamaktadır. Amazon ve Tesla gibi büyük şirketlerin sendikalaşmayı önlemek için işçilere baskı yaptığı ve bu tür girişimleri engellediği bilinmektedir.

Bu bağlamda, Forum’un insanlara yatırım yapılması gerektiği yönündeki önerisi, yalnızca ekonomik açıdan değil, sosyal ve politik açılardan da yetersizdir. Eğitim, beceri kazandırma ve iş gücü piyasasının geleceğe hazırlanması önemli olsa da, bu süreçlerin büyük teknoloji şirketlerinin kontrolünde ilerlemesi, işçi haklarını ve gelir adaletini tehdit etmektedir.

Ayrıca, yeni teknolojilerin geliştirilmesi için büyük yatırımlar gerekmektedir. Küresel yapay zekâ ve robotik yatırımları, büyük ölçüde ABD, Çin ve Batı Avrupa’daki dev şirketler tarafından yönlendirilmektedir. Küçük işletmelerin veya gelişmekte olan ülkelerin bu yarışta rekabet etmesi son derece zordur.

Ayrıca WEF’in önerdiği şekilde iş gücünün yeniden eğitilmesi ve dijital beceriler kazandırılması, pratikte birçok engelle karşılaşmaktadır. Kısaca özetleyelim:

  • Eğitim sistemleri yetersizdir ve teknolojik dönüşüme ayak uyduracak hızda değildir.
  • Büyük teknoloji şirketleri, iş gücünü eğitmek yerine, mevcut işleri otomatikleştirmeye daha fazla yatırım yapmaktadır.
  • Küresel ekonomik sistem, teknolojik yenilikleri geniş bir kesime yaymak yerine, belirli sermaye gruplarının elinde yoğunlaştırmaktadır.
Dünya Ekonomik Forumu 2025 ve Gündemine Dair Şüpheler
Dünya Ekonomik Forumu 2025 ve Gündemine Dair Şüpheler

Gezegeni Korumak – mı?

Dünya Ekonomik Forumu’nun 2025 ajandasında yer alan dördüncü başlık, gezegenin korunması ve sürdürülebilirliğin sağlanması üzerine odaklanmaktadır. Forum, teknolojik gelişmelerin ve enerji dönüşümünün, küresel karbon emisyonlarını azaltmada ve çevresel istikrarı sağlamada kilit bir rol oynayacağını savunmaktadır. Uluslararası Enerji Ajansı’nın verilerine göre, mevcut teknolojik yetkinliklerin 2050 yılına kadar net sıfır emisyon hedefinin %66’sına ulaşılmasını sağlayabileceği öne sürülmektedir.

Dünya Ekonomik Forumu’nun sunduğu projeksiyonlar, yeşil enerji dönüşümünün kesintisiz ve istikrarlı bir şekilde gerçekleşeceğini varsaymaktadır :)). Ancak, küresel enerji altyapısının köklü bir şekilde değişmesi, ciddi yapısal engellerle karşı karşıyadır.

Öncelikle mevcut enerji üretim sistemleri büyük ölçüde fosil yakıtlara bağımlıdır. Küresel ölçekte elektrik üretiminin %60’ından fazlası hâlâ kömür, petrol ve doğalgaz gibi fosil yakıtlardan sağlanmaktadır. Yenilenebilir enerji kaynakları (güneş, rüzgar, hidroelektrik) hızla yaygınlaşsa da, bunların enerji ihtiyacını tamamen karşılaması kısa vadede mümkün değildir.

Bunun birkaç sebebi vardır:

  1. Altyapı Yetersizliği: Fosil yakıtlı enerji üretim sistemlerinden tamamen vazgeçmek için dünya genelinde trilyonlarca dolarlık yatırım yapılması gerekmektedir. Gelişmekte olan ülkeler için bu dönüşüm, ekonomik olarak sürdürülebilir değildir.
  2. Enerji Depolama Sorunu: Güneş ve rüzgar enerjisi kesintili kaynaklardır ve sürekli enerji üretimi için gelişmiş batarya teknolojilerine ihtiyaç duyulmaktadır. Mevcut batarya teknolojileri, büyük ölçekli enerji depolama için yeterince gelişmiş değildir.
  3. Hammadde Krizi: Lityum, kobalt ve nikel gibi nadir metaller, yenilenebilir enerji sistemleri ve bataryalar için kritik öneme sahiptir. Ancak bu metallerin çıkarılması ve işlenmesi büyük çevresel yıkıma sebep olmakta, ayrıca belirli birkaç ülkenin tekeline girmektedir. Örneğin, küresel kobalt üretiminin %70’i Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nde gerçekleştirilmektedir ve bu süreç çocuk işçiliği, insan hakları ihlalleri ve siyasi istikrarsızlık gibi sorunlarla ilişkilidir.
  4. Ekonomik ve Politik Engeller: Küresel enerji piyasası, büyük ölçüde fosil yakıt şirketleri ve devletler arasındaki karmaşık çıkar ilişkileriyle yönetilmektedir. Petrol ve doğalgaz endüstrisi, dünya ekonomisinin en büyük sektörlerinden biridir ve birçok ülke, enerji sektöründeki dönüşümün yaratacağı ekonomik kayıpları göze almak istememektedir.

WEF’in öne sürdüğü gibi teknolojik gelişmelerin, çevresel sürdürülebilirliği sağlayacak kadar hızlı ilerleyip ilerlemediği tartışmalıdır. Elektrikli araçlar, hidrojen yakıt teknolojileri ve karbon yakalama sistemleri gibi yeni çözümler umut verici görünse de, bu teknolojilerin geniş çapta benimsenmesi zaman alacaktır.

Örneğin, elektrikli araçların karbon emisyonlarını azaltmada kilit bir rol oynayacağı iddia edilmektedir. Ancak, bu araçların üretimi için büyük miktarda lityum ve nadir toprak elementleri gereklidir. Lityum madenciliği ise ciddi çevresel zararlar yaratmakta ve su kaynaklarının tükenmesine yol açmaktadır. Ayrıca, elektrikli araçların yaygınlaşması için küresel elektrik şebekelerinin güçlendirilmesi ve milyonlarca şarj istasyonunun inşa edilmesi gerekmektedir.

Ayrıca, karbon yakalama ve depolama teknolojileri, fosil yakıt kullanımını sürdürülebilir hale getirmeyi amaçlasa da, bu teknolojilerin ölçeklenmesi son derece pahalıdır ve henüz geniş çapta uygulanabilir değildir.

Forum, enerji dönüşümünü ekonomik büyüme ile bağdaştırarak, yeşil teknolojilerin yeni iş alanları yaratacağını ve ekonomik kalkınmayı destekleyeceğini iddia etmektedir. Ancak, bu dönüşümün küresel ekonomi üzerindeki etkileri karmaşıktır.

Şimdi sinirlenmeden hepsini kısaca ve çok fazla detaya girmeden listeleyeceğim.

  • Yenilenebilir enerjiye geçişin hızlanması, fosil yakıt sektöründe milyonlarca insanın işsiz kalmasına yol açacaktır. Petrol, doğalgaz ve kömür endüstrilerinde çalışan işçilerin başka sektörlere yönlendirilmesi kolay değildir.
  • Gelişmiş ülkeler yeşil enerji teknolojilerine yatırım yaparken, gelişmekte olan ülkeler bu dönüşümün finansal yükünü kaldıramamaktadır. Afrika ve Güney Asya’da (ve hatta Türkiye’de) enerjiye erişim hâlâ büyük bir sorundur. Küresel enerji politikaları, zengin ülkelerin çıkarlarına göre şekillenmekte ve enerji eşitsizliğini derinleştirmektedir.
  • Küresel enerji talebi hızla artmaktadır. Forum’un sunduğu veriler, 2026 yılına kadar teknoloji sektörünün elektrik talebinin 460 TWh’den 1.000 TWh’ye çıkacağını öngörmektedir. Bu durum, yenilenebilir enerjinin sağladığı kapasite ile çelişmektedir. Teknoloji şirketlerinin veri merkezleri, kripto madenciliği gibi yoğun enerji tüketen uygulamalar, enerji ihtiyacını artırmaktadır.

Şimdiii o zaman bu enerji programlarının biraz da gerçek yüzünden bahsedelim..

Dünya Ekonomik Forumu gibi küresel organizasyonlar, iklim politikalarını küresel işbirliği ve sürdürülebilir kalkınma perspektifiyle ele almaktadır. Ancak, büyük devletlerin ve şirketlerin çıkar çatışmaları, bu politikaların pratikte uygulanmasını zorlaştırmaktadır.

  • ABD ve Çin gibi büyük ekonomiler, karbon emisyonlarını azaltma konusunda farklı yaklaşımlar benimsemektedir. Çin, yenilenebilir enerjiye büyük yatırımlar yaparken, aynı zamanda dünya çapında en büyük kömür tüketicisidir. ABD ise fosil yakıt üretimini azaltmayı vadetse de, petrol ve doğalgaz endüstrisinden vazgeçmemektedir.
  • Avrupa Birliği, yeşil enerjiye geçişte öncü bir rol üstlenirken, aynı zamanda sanayi üretiminin büyük bir kısmını gelişmekte olan ülkelere kaydırmaktadır. Bu, karbon emisyonlarının yalnızca yer değiştirmesi anlamına gelmektedir.
  • Küresel karbon vergisi ve emisyon ticareti gibi mekanizmalar, çoğunlukla büyük şirketlerin finansal çıkarlarına hizmet etmektedir. Karbon ticareti, büyük kirletici şirketlere emisyonlarını sürdürme hakkı tanımaktadır.

Bu kadar basit..

Yani forum’un sunduğu çevresel sürdürülebilirlik vizyonu, idealist bir çerçevede ele alınmaktadır. Fosil yakıt sektörünün küresel ekonomideki baskın rolü, yeşil enerjiye geçişin önündeki en büyük engeldir. Ayrıca, teknolojiye erişim eşitsizliği, enerji dönüşümünü gelişmiş ülkeler lehine şekillendirmektedir.

Dünya Ekonomik Forumu 2025 ve Gündemine Dair Şüpheler
Dünya Ekonomik Forumu 2025 ve Gündemine Dair Şüpheler

Zekâ Çağında Teknolojik Devrim – mi?

Dünya Ekonomik Forumu’nun 2025 gündemindeki beşinci ve son başlık, teknolojik devrimin endüstriler üzerindeki etkisini ele almaktadır. Forum, yapay zekâ, kuantum bilişim, biyoteknoloji ve otomasyon gibi gelişmelerin endüstriyel dönüşümde belirleyici olacağını ve iş dünyasının bu değişimlere ayak uydurması gerektiğini vurgulamaktadır. Öne sürülen bakış açısına göre, liderler bu dönüşümü yönlendirecek yetkinliklere sahip olmalı, inovasyonu teşvik etmeli ve küresel ekonomik sistemin sürdürülebilirliğini sağlamalıdır. Ancak, burada da daha öncekiler ile aynı temel sorunlar bulunmaktadır: teknolojik gelişmelerin sadece ekonomik büyümeyi teşvik eden araçlar olarak ele alınması, işgücü piyasası üzerindeki yıkıcı etkilerin yeterince tartışılmaması ve büyük teknoloji şirketlerinin artan gücünün toplumsal etkilerinin göz ardı edilmesi…

Forum, teknolojik gelişmelerin küresel ekonomik sistemde yeni değer yaratacağını iddia etmektedir. Yapay zekâ destekli üretim sistemleri, otomasyon ve büyük veri analizleri sayesinde endüstrilerin daha verimli hale geleceği ve küresel ekonomik büyümeye katkıda bulunacağı öne sürülmektedir. Ancak, bu argüman teknolojik gelişmelerin sosyal eşitsizlik üzerindeki etkisini göz ardı etmektedir.

Bu üç başlıkla ilgili sürekli yazılar yazdığım için ayrıca detaylı açıklama yapamyacağım. Ama biz gene de kısa bir özet verelim.

  1. İşgücü Piyasasının Dönüşümü: Teknolojik ilerlemeler iş gücü talebini niteliksel olarak değiştirmekte ve düşük vasıflı işgücünü sistem dışına itmektedir. Forum’un belirttiği gibi, yapay zekâ iş gücünü tamamen ortadan kaldırmayacak, ancak mevcut iş modellerini dönüştürecektir. Ancak, bu dönüşümden en çok etkilenecek olanlar, genellikle düşük gelirli ve az eğitimli çalışanlardır. Otomasyonun yaygınlaşması, birçok sektörde insan emeğine duyulan ihtiyacı azaltırken, yeni iş fırsatları sadece belirli bir kesim için erişilebilir hale gelmektedir.
  2. Büyük Teknoloji Şirketlerinin Güçlenmesi: Küresel ekonominin dijitalleşmesi, büyük teknoloji şirketlerinin (Google, Amazon, Microsoft, Apple, Alibaba gibi) gücünü artırmaktadır. Yapay zekâ, veri analitiği ve otomasyon, bu şirketlerin rekabet avantajını güçlendirmekte ve küçük ölçekli işletmelerin rekabet edebilmesini zorlaştırmaktadır. Forum’un gündeminde bu şirketlerin ekonomik sistem üzerindeki tekelleşme eğilimi ve siyasi etkileri pek ele alınmamaktadır.
  3. Teknolojik Bağımlılık ve Dijital Kolonyalizm: Gelişmiş ülkeler, teknolojik altyapılarını hızla geliştirirken, gelişmekte olan ülkeler bu dönüşüme ayak uydurmakta zorlanmaktadır. Teknolojiye erişim konusundaki eşitsizlik, küresel ekonomik dengesizlikleri daha da derinleştirmektedir. Örneğin, gelişmekte olan ülkelerde internet erişimi hâlâ büyük bir sorun olmaya devam etmekte, buna karşın gelişmiş ülkeler dijital altyapılarını sürekli olarak güçlendirmektedir.Bu konuyla ilgili geçen ay 2 yazı yazdım, o yazılardaki detaylara bakabilirsiniz.

Forum’un gündemine göre, yapay zekâ ve otonom sistemler, işletmelerin verimliliğini artırarak ekonomik büyümeyi destekleyecektir. Ancak, burada kritik bir sorun bulunmaktadır: yapay zekânın gelişimi ve kullanımına yönelik etik çerçeve yeterince belirlenmiş değildir.

Mesela büyük teknoloji şirketleri, kullanıcı verilerini sürekli olarak analiz ederek yapay zekâ sistemlerini eğitmektedir. Bu süreç, bireysel mahremiyetin ihlal edilmesine yol açmaktadır. Forum, veri güvenliği ve etik yapay zekâ politikaları üzerine genel çerçeveler sunsa da, küresel teknoloji tekellerinin bu süreçte nasıl denetleneceği konusunda somut çözümler üretmemektedir. Ayrıca yapay zekâ tabanlı askeri sistemler ve otonom silahlar, savaş ve güvenlik paradigmasını kökten değiştirmektedir. Forum, teknolojinin ekonomik ve ticari yönlerine odaklanırken, bu gelişmelerin askeri alandaki yıkıcı potansiyelini yeterince tartışmamaktadır.

Otomasyon, birçok sektörde iş gücüne duyulan ihtiyacı azaltmaktadır. Örneğin, üretim hatlarında insan iş gücünün yerine robotların kullanılması, mavi yakalı çalışanların işsiz kalmasına neden olmaktadır. Hizmet sektöründe de otomasyon, çağrı merkezleri, müşteri hizmetleri ve hatta yazılım geliştirme gibi alanlarda insan emeğinin yerini yapay zekâ sistemlerine bırakmasına yol açmaktadır. Mesela Türkiye buna ne kadar hazırdır?

Daha önce de belirttiğim üzere teknolojik dönüşümün ekonomik sistem üzerindeki en büyük etkilerinden biri, veri merkezli ekonomilerin yükselişi olmuştur. Forum’un sunduğu veriler, daha önce de belirttiğim üzere 2026 yılına kadar teknoloji sektörünün elektrik talebinin 1.000 TWh’ye ulaşacağını öngörmektedir. Bu durum, dijitalleşmenin sürdürülebilirlik açısından ciddi soru işaretleri doğurduğunu göstermektedir.

Yani dijitalleşmenin çevresel maliyeti giderek artmaktadır. Yapay zekâ tabanlı veri merkezleri ve kripto para madenciliği gibi faaliyetler, büyük miktarda enerji tüketmektedir. Forum, sürdürülebilirlik konusuna vurgu yapsa da, büyük teknoloji şirketlerinin artan enerji tüketimini ve karbon ayak izini nasıl azaltacaklarına dair net bir yol haritası sunmamaktadır.

Dijitalleşmenin bir diğer önemli sonucu, merkeziyetsiz finans sistemlerinin yükselişidir. Kripto para piyasaları, geleneksel bankacılık sistemine alternatif sunarken, aynı zamanda ciddi düzenleme eksiklikleri ve güvenlik riskleri taşımaktadır. Forum’un gündeminde dijital para birimlerinin geleceği tartışılırken, merkez bankalarının ve büyük finans kuruluşlarının bu yeni ekosistemi nasıl yöneteceğine dair belirsizlik devam etmektedir.

Dünya Ekonomik Forumu 2025 ve Gündemine Dair Şüpheler
Dünya Ekonomik Forumu 2025 ve Gündemine Dair Şüpheler

Sonuç: Dünya Ekonomik Forumunda Küresel Elitler, Çözümler ve Mantık Hataları

Geldik aslında bu makaleyi yazma sebebime.

Dünya Ekonomik Forumu’nun 2025 ajandasını detaylıca ele aldıktan sonra şunu söyleyebiliriz: Bu toplantılarda küresel sorunlar sanki çözülmek isteniyormuş gibi yapılıyor ama gerçekte çözüm sunuluyormuş hissi yaratmaktan öteye geçilmiyor. Önerilen stratejilere baktığımızda, bolca süslü kelime, biraz teknoloji fetişizmi, dozunda bir sürdürülebilirlik romantizmi ve tabii ki hepimize umut aşılayan “gelecek çok parlak!” şiarı mevcut. Ancak, önerilerin gerçekleşme ihtimalleri üzerine düşündüğümüzde, işler biraz karmaşıklaşıyor.

Öncelikle, mantıksal safsatalar (logical fallacies) açısından değerlendirelim. Forum’un sunduğu büyüme ve güven tahminleri, “Post Hoc Ergo Propter Hoc” safsatasına giriyor: “Dijital ekonomi büyüyor, dolayısıyla herkes refaha erecek.” Fakat dijitalleşmenin gelir eşitsizliklerini artırabileceği veya teknolojik tekellerin daha da güçlenerek piyasaları domine edeceği göz ardı ediliyor. Bunun yanında “False Dichotomy” (Yanlış İkilem) safsatasına da sıkça rastlıyoruz: “Ya teknolojiyi benimser ve başarılı olursunuz ya da geri kalırsınız.” Oysa ki teknolojik dönüşümün sürdürülebilir ve kapsayıcı hale getirilmesi, tamamen siyah veya beyaz bir mesele değil; gri alanları var.

Bilişsel uyumsuzluk (Cognitive Dissonance) tarafına geldiğimizde ise, forumda toplanan liderlerin, bir yandan sürdürülebilirlik ve yeşil enerjiye geçişten bahsederken, diğer yandan özel jetleriyle toplantılara akın etmesi tam anlamıyla “Do as I say, not as I do” (Söylediğimi yap, yaptığımı yapma) sendromunu yaratıyor. Küresel ticaretin ve ekonominin daha kapsayıcı olması gerektiği vurgulanırken, katılımcıların büyük çoğunluğu milyarderlerden ve dev şirketlerin CEO’larından oluşuyor. Yani, bir yandan küresel eşitsizliklerin giderilmesi gerektiğini tartışıyorlar, diğer yandan kendileri zaten eşitsizliğin en tepesindeki elit kesimi oluşturuyorlar.

“Rebuilding Trust” yani güvenin yeniden inşa edilmesi meselesine gelirsek, buradaki ironi göz kamaştırıcı. Küresel güveni yeniden tesis etmeyi amaçlayan bu forum, esasen politik ve ekonomik elitlerin kapalı kapılar ardında kararlar aldığı bir platformdan ibaret. “Güvene dayalı bir dünya inşa edeceğiz!” diye bağıranlar, aynı zamanda ekonomik krizleri yönetmek yerine krizleri avantaja çevirenler. Bu noktada “Circular Reasoning” (Kısır Döngü Argümanı) safsatası devreye giriyor: “Güveni yeniden inşa etmeliyiz çünkü güven düştü. Güven düştü çünkü insanlar güvenmiyor.” Evet, gerçekten aydınlatıcı bir “analiz!”

Ve tabii ki “Yeşil Gelecek” anlatılarıyla saf ve temiz bir dünya yaratılacağına olan inanç, tam bir optimism bias (aşırı iyimserlik yanılgısı). “Gelecekte karbon emisyonlarımızı sıfıra indireceğiz” diye konuşulurken, yeni fosil yakıt yatırımları devam ediyor ve enerji tüketimi hızla artıyor. Bunun yanında, “Teknoloji sayesinde herkes iş bulacak” söylemi de tam bir “Wishful Thinking” (Dilek Temelli Düşünme). Otomasyonun işsizliği nasıl artırabileceğini gösteren sayısız ekonomik model varken, yapay zekânın iş gücünü sadece “tamamlayıcı” bir faktör olacağına inanmak, ancak masallarda mümkün.

Forumun bir diğer büyük yanılgısı ise “Appeal to Authority” (Otoriteye Başvurma) safsatası. Çözüm önerileri, büyük şirketlerin CEO’ları, teknoloji milyarderleri ve politik liderler tarafından dile getirildiği için “kesinlikle işe yarayacaktır” gibi bir hava yaratılıyor. Ancak bu insanların bugüne kadar yönettikleri şirketlerin işçi hakları, çevreye etkileri veya ekonomik eşitsizlikler konusundaki performanslarına baktığımızda, pek de güven verici olmadıklarını görüyoruz.

Arada diyorum ya siyaseti başka meslek grupları yapacaksa biz neden siyaset bilimi okuduk?

İşte az önce okuduğunuz bağları kurabilmek için okuduk. Her mesleğe saygım, kendi meslek dalı içerisinde faaliyet gösterdiği sürece sonsuz. (Ama) siyasete girmeye çalışırsanız ülkeyi bu hale getiriyorsunuz.. Anlayın artık.

Sonra da ne oluyor, böyle forum yapıları istediği gibi at oynatabiliyor.

Sonuç olarak, Dünya Ekonomik Forumu’nun önerileri, teoride kulağa hoş gelen ama pratikte büyük ölçüde uygulanabilirliği düşük olan fikirlerden oluşuyor. Ekonomik ve siyasi elitlerin yıllardır düzenlediği bu toplantılar, büyük stratejik değişimler yerine, daha çok bir “intellectual Disneyland” (entelektüel Disneyland) havasında geçti. Büyük sahnede büyük laflar edilip, global sorunlara soyut çözümler öneriliyor, ancak gerçek aksiyon planları kapalı kapılar ardında farklı motivasyonlarla şekilleniyor. Küresel eşitsizlik, teknolojik tekelleşme, çevresel sürdürülebilirlik gibi konuların çözümü için radikal reformlar gerekmekte, fakat bu toplantılarda ele alınan öneriler genellikle “herkesi mutlu etme” amacı taşıyan diplomatik cümlelerden ibaret kalıyor.

Yani, 2025 forumu için de öngörüm şu: Birkaç gün süren yoğun konferanslar, bolca networking, LinkedIn’de paylaşılan süslü paneller ve sonunda hepimizin cebinde hiçbir somut değişiklik yaratmayan, fakat kulağa hoş gelen birkaç öneri… Ve elbette, bir sonraki toplantıya kadar dünyanın aynı şekilde dönmeye devam etmesi.

Hoşçakalın.

Yorum yapın

Emeğe Saygı :)