​Kişisel Gelişim
Photo of author

Kuantum Fiziği ve Frekanslar: Reddedilen Gerçeklik (Kitaptan Çıkartılan bölüm – 2. Kısım)

Giriş

Sıra geldi 2024 yılı içerisinde çıkartmayı planladığım kitaptan ayırdığım; ses frekansları ve ses terapilerinin mantıksal temelini anlattığım 2. bölüme. Bu yazıda matematiksel açıdan evrendeki farklı boyutların açıklandığı bir kuramın aslında insan doğası üzerine ne kadar büyük etkileri tarif ettiği üzerinde duracağım. Yani aslında sizlere matematiksel açıklamalara boğmadan, evrenin boyutsal yapısının bizi ne düzeyde etkileyebileceğini göstermeyi deneyeceğim.

Lafı uzatmadan başlayalım.

Dr. Elizabeth Rauscher tarafından geliştirilen matematiksel çerçeve, sekiz boyutlu geometrik bir uzayda çalışmaktadır. Bu çerçeve bilinç, kuantum fiziği ve gerçekliğin özü arasındaki karmaşık etkileşimin anlaşılmasını artırmayı amaçlayan sofistike bir teorik yapıdır. Daha önce de belirttiğim gibi bizi ilgilendiren kısmı denklemsel tanımlarından ziyade kuantum fiziği, maneviyat ve bilgi ile enerji arasındaki etkileşimle ilişkili olarak parçalara ayrılabilir ve incelenebilir.

Kuantum Fiziği ve Frekanslar: Reddedilen Gerçeklik
Kuantum Fiziği ve Frekanslar: Reddedilen Gerçeklik

Neden 8 Boyut?

Kabul ediyorum. Kuantum fiziği ile ilgilenmeyenler ya da az bilenler için bile evrenin boyutları konusu oldukça karmaşık ve bilimsel bir konudur. Fiziksel olarak algıladığımız üç boyut (uzunluk, genişlik, yükseklik) dışında, teorik olarak düşünülen ve bilim dünyasında üzerine çalışılan daha fazla boyut bulunmaktadır.

Temelde, evrenin 10 boyutlu olduğu fikri, süpersicim teorisi gibi modern teorilerden türemektedir. Süpersicim teorisi, evrenin temel yapısını anlamak ve birleştirmek için geliştirilen bir teoridir. Bu teori, altında yatan temel parçacıkların ve kuvvetlerin anlaşılmasını sağlamak amacıyla ortaya çıkarılmıştır.

Süpersicim teorisi, birbirine dolaşmış ve kıvrılmış uzaysal boyutları içerir. Bu boyutlar, mikroskobik ölçeklerde var olan ve gözle görülemeyen boyutlardır. Evrenin genişleyen ve karmaşık yapısının anlaşılması için, bilim insanları bu ek boyutların varlığını önermişlerdir.

Bir sonraki yazımda bu konuyu ele almayı planlıyorum (kastım 10 boyuttlu evren) çünkü boyut nedir? sorusu ile sıklıkla karşılaşıyorum. Bu yazıda 8 boyutlu bir kuramı ele alma sebebim ise konunun titreşimler üzerinden insan genetiğine ulaşabilmenin fikri temellerini oldukça basit şekilde açıklayabilmesidir.

Şimdi sekiz boyutlu geometrik uzay ile neler düşünülebileceğine bakalım:

  • kuantum fi̇zi̇ği̇

Rauscher tarafından önerilen sekiz boyutlu geometrik uzay, kuantum fiziği alanından türetilen ilkelere dayanmaktadır. Kuantum fiziği alanı, klasik fizik ilkelerinin yetersiz kaldığı atom altı düzeyde parçacık ve sistem dinamiklerinin incelenmesiyle ilgilidir. Kuantum fiziği alanında parçacıklar dalga-parçacık ikiliği, dolanıklık ve yerel olmama olgularını ortaya koyarak geleneksel klasik gerçeklik anlayışımıza meydan okumaktadır. Rauscher tarafından önerilen çerçeve, kuantum olgularını çok boyutlu bir uzayda bütünleştirmeyi amaçlamaktadır.


  • Dalga-parçacık ikiliği olgusu:

Kuantum fiziği alanında, elektronlar gibi bazı parçacıkların hem parçacıkları hem de dalgaları anımsatan özellikler gösterme yeteneğine sahip olduğu gözlemlenmiştir. Bu ikiliğin varlığı, parçacıklar ve dalgalar arasındaki ayrımı belirsizleştirmeye hizmet etmekte ve böylece gerçekliğin temel doğasının geleneksel klasik kavrayışımızın sınırlarını aştığını ima etmektedir.


  • Dolanıklık ve yerel olmama kavramı

Kuantum dolanıklığı, parçacıkların uzamsal uzaklıklarına bakılmaksızın bir bağlantı kurdukları ve ilişkili özellikler sergiledikleri olguyu ifade eder. Yerel olmama, parçacıkların uzamsal olarak önemli mesafelerle ayrılmış olsalar bile birbirleri üzerinde anlık etki gösterme yeteneğine sahip oldukları olguyu ifade eder. Bu kavramlar, geleneksel uzay ve zaman anlayışımıza meydan okumaktadır.


  • Maneviyat ve dinler konusu

Rauscher’in araştırmaları saf fiziğin sınırlarını aşarak felsefi ve ruhani alanları da kapsamaktadır. Bu çaba, bilimsel sorgulama ile bilinç ve maneviyatın özünü çevreleyen kalıcı sorgulamalar arasında bir bağlantı kurmayı amaçlamaktadır.


  • Bilinç ve Maneviyatın Kesişimi:

Çok sayıda ruhani ve dini doktrin, kozmosun içsel bir unsuru olarak bilincin merkeziliğine önemli bir vurgu yapmaktadır. Rauscher’in çerçevesi, bilincin sadece beyin faaliyetinin ikincil bir sonucu olmadığı, aksine gerçekliğin oluşumu üzerinde önemli bir etkiye sahip olduğu düşüncesiyle uyumludur.


  • Birbirine bağlılık kavramı

Sekiz boyutlu geometrik uzay kavramı, farklı ruhani geleneklerde yankı bulan bir kavram olarak, çeşitli fenomenlerin birbirine bağlılığının metaforik bir temsili olarak yorumlanabilir. Bu önerme, geleneksel algımızı aşan ve fiziksel alem üzerinde bir etkiye sahip olan boyutların varlığını ortaya koymaktadır.


Bilgi ve enerji arasındaki ikilik kavramı

Bu teorik çerçevenin sınırları dahilinde, bilgi ve enerjinin ayrı varlıklar olmadığı, aksine karmaşık bir şekilde birbirine bağlı olduğu ve geleneksel kavrayışa meydan okuyan şekillerde karşılıklı etki uyguladığı varsayılmaktadır. Bu bağlamda, bilgi kavramı salt veri ya da bilginin ötesine geçmekte ve evrenin altında yatan yapıyla paralellik gösteren temel bir doğaya sahiptir. Bilgi, enerji ve maddenin temel bileşimini etkileyen dinamik bir varlık olarak kabul edilir.

Buna karşılık, enerji yalnızca fiziksel bir ölçü değildir, aksine dinamiklerini ve ifadesini karakterize eden bilgi ile karmaşık bir şekilde bağlantılıdır. Rauscher’in teorik çerçevesi, bilginin varlığının enerjinin hareketini ve değişimini yönlendirmede çok önemli bir rol oynadığını ve böylece hem kuantum düzeyinde hem de ötesinde meydana gelen fiziksel olayların karmaşık dinamikleri üzerinde bir etki yarattığını ileri sürmektedir. Bilgi ve enerji arasındaki etkileşim yalnızca mikroskobik alanla sınırlı olmayıp, bilginin varlığının kayda değer sonuçlar doğurabileceği makroskobik olguları da kapsamaktadır.

Bu ikiliğin temel bir unsuru, bilginin enerjiyi yenilikçi şekillerde manipüle etmek ve yönlendirmek için kullanılabileceği kavramıyla ilgilidir. Rauscher’in araştırması, ileri teknolojileri, enerji üretimini ve hatta bilincin kavranmasını da kapsayan enerjiyle ilgili süreçleri manipüle etmek ve geliştirmek için bir araç olarak bilginin potansiyel uygulamasını araştırmaktadır.

Burada sunulan teorik çerçeve, bilim ve felsefe alanlarında yaygın olan ikiliklere, yani zihin ve madde arasındaki ikiliğin yanı sıra gözlemci ve gözlemlenen arasındaki ikiliğe meydan okumaktadır. Bu olgu, teorik bilgi alanı ile pratik enerji alanı arasındaki bağlantıyı kolaylaştırarak araştırma için yeni fırsatlar sunar ve böylece kozmosun davranışını belirleyen temel yasaların daha derinlemesine anlaşılmasını sağlar.


  • Kodlama ve kod çözme süreci

Rauscher’in teorik çerçevesi, tutarlı bir görüntü oluşturmak için bir televizyon sinyalindeki bilginin kodlanması ve kodunun çözülmesine benzer şekilde, gerçekliğin doğasının, bilincin bilgi ve enerjinin iletimi ve dönüşümüne dahil olduğu kodlama ve kod çözme mekanizmalarını kapsayabileceğini öne sürmektedir.

Dolayısıyla, Dr. Rauscher tarafından önerilen matematiksel çerçeve, enerji ve bilgi arasındaki birbirine bağlılığın anlaşılmasını sağlayan bir perspektif sunmaktadır. Bu iki unsur, birbirini karşılıklı olarak etkileyen ve şekillendiren birleşik bir kozmik yapının ayrılmaz bileşenleri olarak kabul edilmektedir. Bu bakış açısı, geleneksel ikilikleri aşıyor ve evrenimizi yöneten temel ilkelere dair kapsamlı bir bakış açısı sunuyor.

Günlük yaşamım bağlamında, dalgaların insanlar üzerinde yaratabileceği önemli etkiyi ben de gözlemledim. Tibet şarkı çanakları, akort çatalları ve belirli ses frekanslarına sahip çanların kullanımı, klasik fizik ile kuantum fiziğinin temel ilkeleri arasındaki etkileşimin keşfedilmesine olanak tanıyor. Ses, rutin günlük faaliyetleriyle uğraşan sıradan bireylerin kavrayışını aşan bir güç seviyesine sahip.

Kuantum Fiziği ve Frekanslar: Reddedilen Gerçeklik
Kuantum Fiziği ve Frekanslar: Reddedilen Gerçeklik

Kuantum Fiziği tamam ama ya sonra?

Şimdi, kuantum fiziğini ele alırken dünyevi standartları da gözeten ve de hem destekleyip hem de eleştiren bu bakış açısı neleri, hangi yollarla açıklayabilir?

İzin verin açıklayayım…

İnsan gelişiminin karmaşık sürecinde, sesin iletimi büyük önem taşır ve etkisine doğum öncesi ortamın sınırları içinde başlar. Embriyonik gelişimin ilk aşamalarında fetüs, algılanamayan işitsel kompozisyonlar ve ince ritmik titreşimlerle çevrelenir. Anne figürü tarafından aktarılan soyut salınımlar, işitsel algının ve titreşimsel, dokunsal ve dokusal duyarlılığın karmaşık yetilerinin gelişimini kolaylaştırarak duyusal bilişin temelini şekillendirdiği için kayda değer bir çaba sarf eder.

Bu karmaşık duyusal ağın kökenleri, gelişen omurilik ve olgunlaşan serebral korteksin ana dorsal kolon yollarına kadar izlenebilir. Bu karmaşık yollar birbirine geçtikçe, insan algısının senfonisini koordine ederler. Sinir sisteminin karmaşık koordinasyonu, temel varoluşumuzla derinden rezonansa giren akustik ve titreşimsel rezonanslar da dahil olmak üzere tedavi edici titreşimlerin emilmesine olanak tanır.

Bununla birlikte, bu frekansla iç içe olma sürekliliği yüzeyselliğin ötesinde fiziksel varlığımızın “derinlerine” nüfuz eder. Ses dalgaları, çeşitli tezahürleriyle, bedensel varlığımızı oluşturan biyolojik dokulara nüfuz ettiğinde, olağanüstü bir etkileşim ortaya çıkar. İnsan bedeni aleminde, her bir molekül, integral membran proteini ve genetik kodumuzun temel bileşeni olan DNA, bu hem dünyevi hem de dünya ötesi koreografiye aktif olarak katılır.

Bu karşılıklı bağlantının derin doğası, her bir hücrenin çekirdeğinde bulunan genetik mirasımızın değerli deposunu kapsayan genom alanına girdiğimizde daha da önemli hale gelir. Hücresel sığınaklarımızın tenha sınırları içinde, ortam sesleri, ince titreşimler ve akustik rezonansın yankıları esrarengiz kanallar olarak hizmet etme potansiyeline sahiptir. Epigenetik sinyalizasyon süreçlerinin, tam olarak anlaşılamamış olan genetik kodumuzla iletişim kurma kapasitesine sahip olma ihtimali bulunduğuna inanıyorum.

Temel olarak, ruhani titreşimleriyle karakterize edilen çevresel ses sinyalleri, bilim ve maneviyat alanları arasında bir köprü görevi görme potansiyeline sahiptir. Bu “varlıklar” potansiyel olarak antik çağlardan gelen terapötik uygulamaların derin bilgisine sahiptir ve epigenetik iletişim yoluyla genetik yapımızın karmaşık etkileşimini incelikle etkileme potansiyeline sahiptir. Bu şekilde, zar proteinlerimizin hareketini koordine eden diğer elektromanyetik alanlara benzerlik gösterirler – bu da varoluşun engin aleminde gözlemlenebilir ve algılanamaz yönler arasındaki önemli etkileşimin bir göstergesidir.

Kuantum Fiziği ve Frekanslar: Reddedilen Gerçeklik
Kuantum Fiziği ve Frekanslar: Reddedilen Gerçeklik

İnsan ve Frekanslar

İnsan vücudundaki ses iletimine ilişkin yukarıdaki yazdıklarım incelendiğinde, Dr. Rauscher’in teorik çerçevesiyle bağlantılar kurmak mümkündür. Şimdi size benim gözümde oluşan bağları sırasıyla listeleyeceğim.

Haydi başlayalım.

  • Bilinçli Etki Fenomeni:

“Bence” Dr. Rauscher tarafından önerilen çerçeveye göre, bilincin kuantum süreçleri üzerinde önemli bir etkisi olduğu varsayılmaktadır. Sesin iletimi incelendiğinde, sesin yalnızca fiziksel bir olay olmadığı, aynı zamanda bilgi ve niyet iletme kapasitesine de sahip olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu, bilincin sesin titreşimsel özelliklerini etkileme kabiliyetine sahip olduğu ve potansiyel olarak ona farklı iyileştirici veya tedavi edici nitelikler kazandırdığı fikriyle tutarlıdır.

  • Kuantum Rezonans olgusu

Ses iletimi alanında “rezonans” terimi, ses dalgaları ile insan vücudunun dokuları arasındaki uyumlu etkileşimle ilgili olabilir. Yani ses dalgaları biyolojik dokulara nüfuz ederek deoksiribonükleik asit (DNA) dahil olmak üzere çeşitli moleküler bileşenler üzerinde etki yaratma biçimine “atıfta” bulunabilir. Dr. Rauscher tarafından önerilen çerçeve, enerji ve bilginin etkileşime girdiği bu özel süreçte yer alan kuantum rezonansları hakkında daha çok araştıma yapılması için bir kapı olarak görülebilir. Bu sözüm özellikle deneysel fizik araştırmacılarına. Eğer böyle biri çıkarsa ben de ona elimden geldiğince yardımcı olmaktan büyük zevk duyarım.

  • Epigenetik sinyalleşme olgusu

Epigenetik sinyal olgusu, gen ifade kalıplarındaki değişiklikler yoluyla bilginin bir nesilden diğerine aktarılması anlamına gelir.

Bu noktada tartışılması gereken, evresel ses sinyallerinin epigenetik sinyal süreçleri üzerindeki potansiyel etkisidir. Dr. Rauscher tarafından önerilen çerçeve, bilincin kuantum süreçleri vasıtasıyla genomu etkileme kapasitesine sahip olduğu fikrini ortaya koymaktadır. Enerji ve bilginin bir tezahürü olan sesin, epigenetik mekanizmalar yoluyla genlerin ifadesini etkileyebilecek talimatları iletme potansiyeline sahip olduğu fikrini dikkate aldığımızda, bu kavramların uyumluluğu açıkça ortaya çıkmaktadır.

Dinin yanı sıra, insan güvenliği kavramı da bu bağlamda tartışılabilecek bir diğer önemli konudur. Komplo teorilerinin tartışmalı alanına girmekte tereddüt ediyorum; ancak insan güvenliği konusunu tartışmak zorunda hissediyorum. Kuantum ilkelerinin dini uygulamalara dahil edilmesinin, özellikle frekansların düzenli olarak kullanılması yoluyla, Türk teolojisine büyük katkı sağlayacağına inanıyorum. Bu alan günümüzde bomboştur. Araştırma yapılmamaktadır. Hatta üzerine düşünülmemektedir.bunun sebepleri var ve bu sebepler genellikle genel geçer ve temel mantık hataları yüzünden olmakta.Fakat çözümü var.

Kuantum Fiziği ve Frekanslar: Reddedilen Gerçeklik
Kuantum Fiziği ve Frekanslar: Reddedilen Gerçeklik

Sonuç Yerine

Konuyu başka bir açıdan ele alırsak, çağdaş teknolojinin dinamik ve sürekli değişen dünyasında, elektromanyetik darbelerin karmaşık etkileşimi önemli bir odak noktası olarak ortaya çıkmıştır. Biyoelektromanyetik alanındaki araştırmacılar önemli bir keşifte bulundular. Günlük hayatımızda yaygın olarak kullanılan kablosuz cihazlardan yayılan elektromanyetik darbelerin, hücre zarlarında bulunan voltaj kapılı kalsiyum kanallarını aktive etme yeteneğine sahip olduğunu buldular. Hücresel yapımızın temel yapısına karmaşık bir şekilde entegre olan bu kanallar, yaşamın karmaşık süreçlerinin düzenlendiği yollar olarak hizmet etmektedir.

Bununla birlikte, çağdaş dijital çağımızın gelişi çok yönlü ve potansiyel olarak uyumsuz bir kompozisyon ortaya koymaktadır. Algılanamayan ve sıklıkla gözden kaçan varlıkları ile karakterize edilen çağdaş mikrodalga elektromanyetik sinyallerin çoğalması, hücresel ortamımızın tutarlılığını bozma potansiyeline sahiptir. Kablosuz iletişimdeki kayda değer gelişmelerden kaynaklanan söz konusu sinyaller, hücresel ve doku yapıları üzerindeki potansiyel zararlı etkileri nedeniyle kapsamlı bir şekilde incelenmiştir.

Kablosuz teknolojilerin yaygınlaşmasıyla karakterize edilen hareketli kentsel ortamların ortasında, ortamdaki mikrodalga radyasyonu bir zamanlar hayal bile edilemeyecek seviyelere ulaşmıştır. Atmosfer şu anda, sadece otuz yıl önce gözlemlenen seviyelere kıyasla neredeyse bir milyon kat artmış olan bol miktarda dijital sinyal ile doludur.

Elektromanyetik alanlar, hem sinir sistemimizi hem de bilişsel yetilerimizi karmaşık bir şekilde kuşatma kapasitesine sahip doğal ritmik özelliklere sahiptir. Sinyallerin bu karmaşık etkileşiminin potansiyel sonuçlarının devam eden araştırmaları, biyolojimizin karmaşık dengesi üzerinde ortaya çıkan etkiyi gözler önüne sermektedir.

Bu elektromanyetik işitsel kompozisyonlar bağlamında, yalnızca analog seslerden oluşan melodik bir dizi gibi zıt bir unsur da ortaya çıkıyor. Sürekli tonlar veya melodik müzik kompozisyonları ile karakterize edilen işitsel uyaranlar, doğanın ahenkli unsurlarının kalıcı rezonansına sahiptir. Fiziksel bedenlerimizde ve biyo-alanlarımızın soyut dokusunda devam edebilecek enerjik eşitsizlikleri ele alma kapasitesine sahiptirler. DNA ve RNA’mızı kapsayan genetik bileşimimizin bütünlüğünü yeniden tesis etme kapasitesine sahip olduklarını öne sürmek olasılık dahilindedir.Bu paragrafta söylediğim şeyin ne olduğunu anlayanlar için söylüyorum; evet ne dediğimi çok iyi biliyorum ve hayır bilimkurgudan bahsetmiyorm. Bu sadece fiziğin en saf hali.

Ben kitaptan özellikle kuramsal kopukluk olmaması için çıkarttığım bu bölümde vermek istediğim mesaj; özellikle kuantum fiziği ve ses alanlarında frekansların kullanımıyla ilgilidir; bu da terapötik uygulamalar için önemli beklentilerin yanı sıra kasıtsız yansımaların potansiyelini de kapsamaktadır. Frekansların ve titreşimlerin tedavi amaçlı ve refahı teşvik etmek için kullanılabilmesine benzer şekilde, yanlış uygulanmaları veya aşırı veya zararlı frekanslara maruz kalmaları da olumsuz etkilere neden olabilir.

Kısa bir not olarak buna da bir örnek vereyim.

Mesela klasik üç boyutlu evren algısıyla, Fermi Paradoksu’nu ele almak, basit bir gezegen sayımı ve uzayda yayılan sinyallerin beklentisi ile çatışır. Ancak, 8 boyutlu evren algısıyla bakıldığında, uzay-zamanın daha karmaşık bir yapısı olduğunu düşünmek mümkündür. Bu ek boyutlar, sadece fiziksel uzayda değil, aynı zamanda bilinç ve varlık düzeyinde de genişlemiş bir perspektif sunar.

Sonsuz olasılıklar içeren bu 8 boyutlu evrende, farklı evrenler ve paralel gerçeklikler barındırabiliriz. Belki de uzaylı yaşam formlarıyla temas kuramamamız, bu paralel evrenler arasındaki etkileşimlerin karmaşıklığından kaynaklanıyor olabilir. Bu durumda, bir evrende akıllı yaşam gelişirken diğerinde gelişmemiş olabilir, ya da varlıklarımızın birbirini algılayamaması mümkündür.

Ayrıca, 8 boyutlu bir evren algısı, uzaylı yaşamın bizim anlayışımızın ötesinde bir formda var olabileceğini “de” gösterir. Belki de bu varlıklar, sadece fiziksel olarak değil, enerji, frekans veya titreşim gibi farklı boyutlarda var olabilirler. Bu durumda, iletişim kurmak veya algılamak, geleneksel araçlarımızla mümkün olmayabilir ve bu nedenle henüz bir temas kuramamış olabiliriz.

Sanırım konunun uzayabileceği noktaların anlaşılabilmesi için bu örnek yeterli olmuştur. Konuyu uzatmamak için şimdilik bu örnekle konuya noktalı virgül koymuş olalım.10 boyutlu evren konusunu ele aldığımda bu konuda bir ihtimal daha fazla detay yazacağım.Bir ihtimal diyorum çünkü bu ekler daha çok alacağım tepkilerin derinliğine bağlı olacak. Yoksa gerek olmadığını düşünüyorum.

Kısaca “Büyük güç büyük sorumluluk getirir” atasözü, kuantum alemindeki frekansları ve titreşimleri manipüle etme yeteneğinin vicdanlı ve etik bir yaklaşım gerektirdiği fikrini özetlemektedir. Bu bilginin mantıklı bir şekilde kullanılması, bireylerin fiziksel ve ruhsal gelişimini olumlu yönde etkilemesinin sağlanması ve potansiyel zararlardan kaçınılması zorunludur.

Aşağıda bu yazının 1. bölümünün linkini tekrar bırakıyorum.

Görüşmek üzere.

Yorum yapın

Emeğe Saygı :)