Şarkı kasesi nedir?
Kime sorsanız “şan – ses – şarkı” çanaklarının Tibet ya da çevre ülkelerde üretildiğini anlatıyor. Ama gerçek öyle mi? Bu yazıya öncelikle bilinen literatürün alışılmış sözleri ile başlayacağım. Ardından makalenin ilerleyen noktalarında konunun Horasan bağlantısını kuracağım. O yüzden başlık ile içerik neden farklı diye düşünmeyin.
Haydi başlayalım.
Büyüleyici ve melodik tınılarıyla bilinen “Tibet” – “Himalaya” şarkı kasesi, zengin bir tarihe ve derin bir ruhani öneme sahip büyüleyici bir müzik aletidir. Bu ilgi çekici eserler, Tibet Himalayaları’nın yüksek ve hayranlık uyandıran manzaralarındaki kökenleri nedeniyle sıklıkla “Himalaya şarkı kaseleri” olarak da anılır. Şarkı çanaklarının meditasyon ve şifa amaçlı kullanımı uzun zamandır Tibet kültüründe yer etmiş olsa da bu ses çıkaran kapların Batı dünyasına girmesi ancak son yıllarda gerçekleşmiştir.
Geleneksel çanlardan farklı olarak bir şan çanağı asılı durmaz; bunun yerine açık ucu yukarı bakacak şekilde düz bir yüzey üzerinde durur ve bu da onu bir “dinleme çanı” haline getirir. Şan çanağının yaydığı büyüleyici tını, asılı çanlarda olduğu gibi sallanan bir maletten değil, çanağa özel bir sopa ya da tokmakla vurulmasından kaynaklanır. Bu çanakların yapımı, genellikle bakır ve kalay karışımı da dahil olmak üzere çeşitli metallerin alaşım haline getirilmesi ve ardından karakteristik çanak benzeri formlarına göre şekillendirilmesi gibi titiz bir süreci içerir.
Şan çanakları ile ilişkilendirilen büyüleyici ve ruhani tonları üretmek için, kişi yumuşak bir dokunuşla çanağa yumuşak yastıklı bir tokmakla vurabilir. Alternatif olarak, kişi ahşap veya süet bir tokmakla kâsenin kenarını daire içine alarak, sürekli ve büyüleyici bir “şarkı sesi” çıkararak daha uzun süreli ve meditatif bir uygulama yapabilir.
Tibet şarkı çanaklarının Batı dünyasına girişi, tarih ve ruhaniliğin karmaşık etkileşiminin bir kanıtıdır. Bu yankılanan hazineler Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa’ya ağırlıklı olarak, Dalai Lama’nın Dharamshala, Hindistan’daki ikametgahına giden ve Tibet kültürünün zengin dokusunu keşfeden ruhani arayıcıların ve meraklı zihinlerin hac yolculuğu yoluyla ulaşmıştır. Türkiye olarak biz işin hala çok ama çok uzağındayız.
Bununla birlikte, şan çanaklarının Batı’ya yolculuğunun anlatısı ilgi çekici karmaşıklıktan yoksun değildir. Genellikle bu çanakları Batı dünyasına Çin komünist işgalinden kaçan Tibetli mültecilerin getirdiği varsayılsa da bu varsayıma şüpheyle yaklaşmak için meşru nedenler vardır. Ama bu çok uzun bir konu ve ben kişisel gelişim başlığı altında Siyaset bilimi yazısı yazmak istemiyorum.
Haklı olarak böyle bir girişimin lojistiği üzerinde düşünülebilir. Tibet’in zorlu arazisi ve genellikle deniz seviyesinden 4.500 metreyi aşan şaşırtıcı rakımları, gezginler için zorlu zorluklar teşkil etmektedir. Örneğin Tibetli rahiplerin Türkiye kadar uzak yerlere yaptıkları zorlu yolculuklarda zaten ağır olan sırt çantalarında şarkı çanakları taşımaları fikri gerçekten de imkansızdır. Bu tür bir girişimin pratikliği ve uygulanabilirliği mercek altına aldığımızda ve bu da bizi Batı’daki bu şarkı çanaklarının çok yönlü ve esrarengiz kökenlerini yeniden düşünmeye sevk ediyor.
“Tibet” şan çanaklarının kökeni nedir?
Bugün neredeyse her yoga stüdyosunda ve sağlıklı yaşam merkezinde bu enstrümanlardan bir tane bulunmasına ve her Tibet hediyelik eşya dükkanında şan- şarkı çanakları- kaseleri satılmasına rağmen, Türkiye’de bu konunun kökenleri hakkında çok az şey bilinmektedir. Bir yandan bu gizemli çan benzeri enstrümanın doğası hakkında pek çok spekülasyon yapılırken, diğer yandan da sağlığa sağladığı pek çok faydayı gösteren bilimsel kanıtlar artmaktadır.
Özellikle bu konu hakkında 2 gram bilgisi olanların uzman gibi anlattıkları büyük bir merak ile dinlerken anlatan kişinin çocukluk şemasını çıkartmak en büyük hobilerimden bir tanesi… Neyse 😊
Himalaya – Tibet – Horasan şarkı çanlarının tarihi
Himalaya veya Tibet şan çanaklarının tarihi, sayısız kültürün iplikleri ve yüzyılların zanaatkârlığının yankılarıyla örülmüş büyüleyici bir zaman makinası gibidir. Bu olağanüstü eserler müzik aletlerinden çok daha fazlasıdır; binlerce yıl boyunca varlığını sürdüren, kültürel alışverişin ve insan yaratıcılığının zengin bir dokusunu kapsayan bir Bronz Çağı geleneğinin yadigârlarıdır.
Şan çanaklarının asıl amacına dair spekülasyonlar çoktur ve bizi tarihin ve zanaatkârlığın derinliklerine dalmaya davet eder. Bu kaselerin yeme, içme ve yiyecek saklama gibi faydacı görevler için çok yönlü kaplar olarak hizmet ettiğine inanılmaktadır. Dahası, bugüne kadar süregelen bir uygulama olan bağış toplama eyleminde de önemli bir rol oynamışlardır. Bununla birlikte, bu kaselerin zorlayıcı sonik özellikleri uzun zaman önce fark edilmiş ve akustiğin yaratılışlarındaki derin öneminin altını çizmiştir. Antika şarkı kaselerinin sergilediği şekillerin çeşitliliği, akustik özelliklerinin ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.
Bununla birlikte, şan çanakları dünyası hem literatürde hem de internetin uçsuz bucaksız genişliğinde, yanlış anlamalardan ve yanlış bilgilerden payını almadan değildir. Tüketiciler ve meraklılar bu rezonans enstrümanları hakkındaki gerçeği keşfetme yolculuğuna çıkarken, onları çevreleyen efsaneler ve yalanlar labirentinde gezinmek zorundadırlar. Metalin bileşimi, tarihsel kökenleri, geleneksel kullanımları ve hatta şan çanaklarının iyileştirici gücüne ilişkin inançlarla ilgili mitler söylemlere nüfuz etmekte ve genellikle piyasa fiyatlarını şişirmeye hizmet eden bir gizem havasına katkıda bulunmaktadır. Kalitenin büyük ölçüde değiştiği ve sahte şan çanaklarının bolca bulunduğu bir dünyada, ayırt etme ve eğitim zorunlu hale gelmektedir.
Bugün var olan en eski Himalaya şan çanakları yaklaşık 800 yıl öncesine dayanmaktadır; ses için yapılmamış olan öncülleri ise 1.200 yıl öncesine kadar uzanmaktadır. Bronz kaselerin tınlama özelliklerinden ilk kez ne zaman yararlanıldığı tam olarak bilinmese de, bu ses yolculuğunun 800 ila 1.000 yıl öncesine kadar uzanan bir zaman aralığında izi sürülebilir. Himalaya şarkı kaselerinin yapımında kullanılan işçilik teknikleri, dünyanın büyük bir kısmından gizli kalmış geleneklere dayanmaya devam etmektedir.
Bu antika şarkı kaseleri, zengin miraslarıyla silinmez kültürel eserler olarak kalmaya devam etmektedir. Budizm’in geliştiği bölgelerde yaygın olmaları nedeniyle Budizm ile ilişkilendirilen bu kâseler çok amaçlı kaplar olup içme, yemek yeme, taşıma ve yiyecek saklama işlevlerini yerine getirmişlerdir. Ayrıca bağış toplamak için ve tabii ki unutulmaz güzellikte sesler çıkarabilen enstrümanlar olarak da kullanılmışlardır.
Günümüz dünyasında, şarkı kaseleri sembolik müzik aletleri olarak hizmet vermekte, meditasyon ve sadaka toplama sırasında ruhani tonlarıyla manastırları ve tapınakları süslemektedir. Evlerde bu çanaklar meditasyon ve günlük dua araçları olarak kullanılmakta ve ruhani yolculuk için işitsel manzaralar sunmaktadır. Varlıklarının zamanın ötesine geçmesi, hem ruhani hem de kültürel alemlerdeki kalıcı önemlerinin bir kanıtıdır.
Karmaşık kültürel ve siyasi mozaiği ile karakterize edilen Himalaya bölgesi, yüzlerce dile ve çok sayıda yazı sistemine ev sahipliği yapmaktadır. Zaman içinde, her biri kültür ve alışverişin zengin dokusuna katkıda bulunan çeşitli kabileler ve halklar tarafından iskân edilmiştir. Himalaya şarkı çanakları, zaman zaman Tibet olarak anılsa da gerçekte her biri kendine özgü bir tarihe sahip çok sayıda uygarlığın doruk noktasıdır. Geniş coğrafi alanları ve kültürel alışverişleri aşan işbirliğinin kanıtları olarak dururlar. Bu kültürlerin birbirine bağlılığı olmasaydı, bugün bildiğimiz şekliyle şan çanakları ortaya çıkmayabilirdi.
Özünde, şan çanakları dünyamızın geniş bölgeleri arasında birliğin sembolüdür. Bu olağanüstü enstrümanlar Doğu ve Batı arasındaki boşluğu doldurmakta ve Himalaya bölgesine tarihinin daha geç bir döneminde gelmiş olan kadim bir metal zanaatını kapsamaktadır. Şan çanaklarının yankılanan mirası sadece büyüleyici sesleriyle değil, aynı zamanda insan iş birliğinin ve yaratıcılığının zaman ve mekân ötesindeki kalıcı gücüne sağladıkları vasiyetle de yankılanmaktadır.
Şarkı Söyleyen Kâse Kökenleri
Hem müzisyenlerin hem de meditasyon yapanların hayal güçlerini ele geçiren bu büyüleyici enstrümanlar olan şarkı söyleyen kâsenin kökenleri efsane ve gerçekliğin bir karışımına dayanmaktadır. Yaygın bir efsane, görkemli Himalaya dağlarının ortasında yalnız bir keşiş ya da şamanın bu ses çıkaran kapları tek tek titizlikle işlediği pitoresk bir sahne çizer. Bu pastoral tasvirde zanaatkâr, hazinelerle çevrili bir vadide, eşsiz bir dinginlik diyarında yaşamaktadır. Ancak gerçek, çoğu zaman olduğu gibi, bu efsanenin cazibesiyle taban tabana zıttır.
Kusursuz bir dünya tasavvuruna vurgu yapan Budist pratik, böylesi büyüleyici imgelemlere elverişlidir. Bununla birlikte, gerçek metal işleme süreci çok daha az büyülü ve mistiktir. Bir keşişin, ruhani bir rehberin ya da bir din büyüğünün şan çanaklarının atası olması pek olası değildir. Bu büyüleyici enstrümanların kökeni kasıtlı bir yaratımdan ziyade tesadüfi bir keşfe dayanıyor olabilir.
İlk şarkı kâsesinin, vurulduğunda hoş bir ses çıkaran mütevazı bir bronz kap olduğu tahmin edilebilir. Bu mütevazı kâse, günlük yaşamında pratik amaçlara hizmet eden bir keşişe ait olabilir ya da günlük bir ev eşyası olabilir. Bu kâseye ilk kez vurarak ahenkli tınılarını ortaya çıkaran kişinin kimliği gizemini korumaktadır.
Akla gelebilecek senaryolardan biri, günlük rutinine devam eden bir keşişin, kullanışsız kâsesinin ahenkli bir rezonansa sahip olduğunu tesadüfen keşfetmesidir.
Bu yeni keşfettiği sesten o kadar etkilenmiş olabilir ki, günlük ritüeli olarak onu çalmaya başlamıştır. Bir manastırın birbirine sıkı sıkıya bağlı ortamında, böyle bir uygulama kolayca diğerlerine yayılabilir ve hem keşiş arkadaşlarını hem de daha geniş topluluğu etkileyebilirdi. Alternatif olarak, bu melodik çanakların sırrını keşfeden kişi titiz bir çanak yapım sanatıyla uğraşan yetenekli bir zanaatkâr da olabilir.
Tabi bilemediğimiz bir tek nokta var. Acaba insanlık Büyük Tufan’dan önce bu konudan haberdar mıydı? Yani bu teknoloji aslında unutulmadan kalırken 4.500 rakımda mı korunabildi?
Özünde, bu müzikal yolculuğun katalizörünün bir keşiş, bir zanaatkâr ya da belki de bir mutfak aletiyle oynayan bir çocuk olmasının pek bir önemi yok. Tartışmasız olan şey, bu enstrümanların yapımının yetenekli zanaatkârların işi olduğudur. Keşişler tipik olarak metal çekiçlemek gibi zahmetli bir işle meşgul olmazlar; böylesine zarif eserlere şekil verenler usta zanaatkârların elleridir.
Bu esrarengiz enstrümanlar dağ tapınaklarının izolasyonunda ortaya çıkmamıştır, çünkü yenilikler genellikle fikirlerin ve kaynakların bir araya geldiği ortamlarda gelişir. Şan çanaklarının yaratılması büyük olasılıkla bugün olduğu gibi kolektif bir çaba olarak ortaya çıkmıştır. Bu zanaatkârlar, zanaatlarını nesiller boyunca aktaran el sanatları ailelerinin bir parçasıydı. Bu tür yetenekli zanaatkârlar genellikle Katmandu gibi büyük ticaret merkezlerinin yakınında bulunuyordu ve burada el işçiliğinin eski gelenekleri zamanın onurlu yöntemleriyle korunuyordu.
Örneğin Nepal, eski zanaatkârlığın kalıcı mirasının bir kanıtı olmaya devam etmektedir. Katmandu ve çevresinde, iki ila üç kuşak zanaatkârın işbirliği yaptığı küçük aile atölyelerine rastlamak nadir değildir. Bilgi aktarımının bu dinamik etkileşiminde, dedeler bilgeliklerini oğullarına ve torunlarına aktararak geleneği her geçen yıl sürdürürler. Bu gelenekler, dünya kayıp balmumu dökümü, bakır “repousse” ve tavlama gibi diğer eski metal işleme tekniklerinin kademeli olarak erozyona uğramasına tanık olsa bile zamana karşı direnmiştir.
Metalin döngüsel olarak ısıtılması ve soğutulmasını içeren bir işlem olan tavlama, çanakların oluşturulmasındaki karmaşıklığın altını çizen ayrılmaz bir teknikti. Zaman içinde, şan çanakları estetik açıdan hoş metal kaplar olarak ilkel başlangıçlarından bugün el üstünde tuttuğumuz muhteşem ses veren enstrümanlara dönüşmüştür. Bunlar şans eseri ya da vizyoner bir ilhamın ürünü olmayıp, insan becerisi ve yenilikçiliğinin yavaş ilerleyişini yansıtan evrimleriyle, metal işçiliğinde uzun süredir devam eden bir geleneğin dokusuna girift bir şekilde dokunmuşlardır.
Kendi araştırmalarıma göre bugün tek bir kasenin gördüğü en yüksek fiyat 33.000 dolardır.
Bu yetenekli zanaatkârların dikkat çekici bir yönü de zanaatlarına olan sarsılmaz bağlılıklarıdır. Yüzyıllar boyunca varlığını sürdüren ve formlarında, malzemelerinde ve üretim tekniklerinde sürdürülen ustalığın ve tutarlılığın tanıkları olarak duran şan kâsesi örnekleri mevcuttur. Daha gelişmiş yöntemlerden bazıları tarihe karışmış olsa da, temel yaklaşım dikkate değer ölçüde sabit kalmıştır. Kalıcı ve kararlı olan bu süreç, yüzyıllar boyunca esasen değişmeden kalmıştır ve yaratımında kullanılan ve 5.000 yıl öncesine kadar uzanan Bronz Çağı teknolojisine kadar uzanmaktadır.
Şan çanakları nerede icat edildi?
Araştırmalarıma göre büyüleyici tınıları ve derin rezonanslarıyla bilinen şan çanaklarının kökeni tarihin derinliklerine dayanıyor ve antik ticaret yollarının birbirine bağladığı bölgelere yayılıyor. Bir hipoteze göre bu çalgıların doğduğu yer, günümüzde Özbekistan Türkmenistan ve İran’ın bir kısmını kapsayan antik Horasan bölgesidir. Zengin kültürel dokusuyla tanınan bu bölge, Yakın Doğu’yu Uzak Doğu’ya bağlayan antik ticaret yolları ağı olan İpek Yolları boyunca teknolojik yeniliklerin yayılmasında önemli bir rol oynamıştır.
Kuzeye doğru Moğolistan’a ve güneye doğru Hindistan’a kadar uzanan geniş coğrafi erişimiyle Horasan kültürünün hem işlevsel hem de süslü dekoratif kaseleri doğurduğuna inanılmaktadır. Bu zarif kaplar bakır ve kalayın birleşiminden üretilmiş ve sonunda şarkı kaselerinin evriminde kendine yer bulacak bir malzeme olan bronzun ortaya çıkmasına neden olmuştur. Dünyada sadece iki ülkenin hem bakır hem de kalay yataklarına sahip olduğunu ve Günümüz Güney Azerbaycan’ı ile Tayland’ın tarihi kültürünün her ikisi de bronzun icadını iddia eden rakipler olarak durduğunu belirtmek gerekir.
Antik Azerbaycan ve Tayland’daki muadilleri bronz yapım tekniklerinin eşzamanlı gelişimi ile anılmaktadır ve bronzun gerçek doğum yeri ile ilgili tartışmalar günümüzde de devam etmektedir. Kökenleri tartışmalı olsa da, bronzun varlığına dair en eski kanıtların, potansiyel olarak 6.000 yıl öncesine ait bronz nesnelerin ortaya çıkarıldığı Tayland’a kadar izlenebileceğine inanılmaktadır.
Hem şarkı kaselerinin hem de öncüllerinin yaratılmasında çok önemli olan tavlama tekniği, Çin’deki uzmanlar tarafından daha da rafine edilmeden önce 5.000 yıl önce Tayland’da geliştirilmiştir. Antik “Türk” dünyasında tavlama uygulaması 2.500 yıl öncesine dayanmaktadır. Bu teknik, metal işlemenin evriminde önemli bir adımı işaret ederek bronz üretiminde etkili olmuştur. Unutmayalım ki biz Türk’ler de altın işlemeciliği konusunda çok önemli bir yere sahibiz.
Bu teknolojilerin yolculuğu sonunda onları yaklaşık 800 ila 1.000 yıl önce Himalayalar’a götürdü denebilir. Bu zamanlama, Horasan’da bronz kaselerin popülerliğinin arttığı döneme denk gelmektedir. Göç yolları ve zaman çizelgeleri, antik Güney batı Türkistan’da bulunan en eski örnekler ve daha yakın bir tarihsel bağlamda ortaya çıkan Himalaya örnekleri ile aynı hizadadır. Eski Horasan bronz kâselerinin, eskimiş ve tarihi çağrıştırıyor olsalar da şarkı kâselerini karakterize eden melodik nitelikler için tasarlanmamış olabileceklerini belirtmek gerekir.
Şarkı söyleyen kâseler olarak adlandırılan bu ses üreten kâseler Himalaya bölgesinde kendine özgü bir yer bulmuştur. Himalayalar’ın zanaatkârları, çan yapımında uzmanlaşmış Horasanlı üreticilerin geleneklerinden ödünç almışlardır. Onların ellerinde, o zamandan beri kalpleri ve zihinleri büyüleyen unutulmaz güzellikte ve rahatlatıcı tonlar üreten yeni bir tür müzik aleti tasarlandı.
Zaman içinde bu çanakların yapımında kullanılan yöntemler değişime uğramıştır. Özellikle de ağız oluşturma tekniklerindeki değişim dikkat çekicidir. 16. yüzyıla kadar uzanan eski şarkı çanaklarının daha karmaşık ve sanatsal bir şekilde işlenmiş yapıları, yerini daha hızlı ama belki de daha az süslü bir yönteme bırakmıştır. Güneydoğu Asya’nın diğer bronz inovasyon merkezinde benimsenen bu yeni yaklaşım, şarkı söyleyen kâselerin daha sonraki yinelemelerini yapım açısından Tayland ve Kamboçya’nın bronz kâselerine oldukça benzer hale getirmiştir.
Himalaya çanaklarının üretim süreci temelde yaklaşık 400 ila 500 yıl önce ortaya çıkmaya başlayan Güneydoğu Asya tekniklerine dayanıyordu. Bu yöntemler, antika şarkı kaselerinin çoğunun yaratılmasında temel olarak kalmıştır ve bugün bu enstrümanları elle işleyen zanaatkârlar tarafından kullanılmaya devam etmektedir. Zaman alan karmaşıklıklarıyla dikkat çeken eski Horasan yöntemleri daha az sayıda kâse üretirken, Güneydoğu Asya’dan esinlenen teknikler daha fazla verimlilik ve daha önemli bir çıktı sağladı.
Ayrıca, çeşitli kültürlerde taraftarları olan dini ve felsefi bir gelenek olan Budizm’in tarihsel dinamiklerini de göz önünde bulundurmak önemlidir. Budist topluluklar uzun zamandır toplantılara, tartışmalara ve fikir ve pratik alışverişine olanak sağlamaktadır. Bu uluslararası Budist konferansları genellikle çok sayıda ülkeden katılımcıyı bir araya getirerek ulusal sınırların çok ötesine uzanan bağlantılar kurar.
Şan çanağı teknolojisinin Nepal’e girişinin Taylandlı Budist rahiplerin Nepal ve Tibet’e yaptıkları hac ziyaretlerinin bir sonucu olması ve yanlarında bu rezonanslı enstrümanların yapımına dair bilgi taşımaları muhtemeldir. Öte yandan, bu kâselerin Tayland’a, özellikle Tayland, Asya’nın diğer bölgeleri ve Avrupa arasındaki ticaretin geliştiği 17. yüzyılda, o dönemdeki canlı ticaret ağlarının bir sonucu olarak ulaşmış olması da aynı derecede olasıdır.
Bu arada unutmayalım ki Horasan Sufizmin doğduğu ve geliştiği en önemli alandır. Anadolu’da varlığını kuvvetli şekilde sürdüren Sufizmin şarkı söyleyen kaselerden ve dolayısıyla da frekanslardan kopuş Budizm’den (görünürde) uzaklaşmaları ve Arap yerel kültürümüm İslam olarak bazen “safça” ve bazen de “şuursuzca” kabul edilmesi ile alakalıdır.
Antika şarkı kâselerinin üçüncü dalgası, 16. ve 19. yüzyıllar arasında izi sürülebilen bir dizi alçak kenarlı bronz şarkı kâsesini kapsayan çok önemli bir dönemde ortaya çıkmıştır. Bununla birlikte, bu kategorinin kesin tarihini izlemek zordur, çünkü bu kaseler başta Tayland ve İran şarkı kaseleri olmak üzere çok sayıda kültürden benzerleriyle çarpıcı bir benzerlik gösterirken, aynı zamanda Japon ve Yunan geleneklerini anımsatan özellikler de sergiler. Zaman zaman Manipuri şarkı kaseleri olarak da anılırlar; bu isim Hindistan’ın Manipur bölgesiyle olası bir bağlantıya işaret eder.
Burma’nın yanı başında yer alan Manipur, iki bin yılı aşkın bir süredir Himalaya bölgesi ile Güneydoğu Asya arasındaki alışverişi kolaylaştıran hareketli bir ticaret merkezi olarak zengin bir tarihe sahiptir. Manipuri şarkı kaseleri kendi bronz yapım gelenekleri açısından kayda değer bir tanınırlığa sahip olmasa da, bu canlı kültürel dokudaki metal işleme geleneklerinin birbirine bağlılığının altını çizerek, Hint veya Tayland şarkı kaselerinden uyarlanmış olmaları muhtemeldir.
Bu Manipuri şarkı çanakları yalnızca Nepal bölgesiyle sınırlı değildir; benzerleri gibi orada da bulunabilirler. Daha eski örneklerin bazılarında İran kâselerinden esinlenilmiş dekoratif unsurlar sergilenmekte ve çeşitli tarzların bir karışımı gibi görünen görsel bir seri oluşturulmaktadır. Bu tür süslemelerle bezenmiş Manipuri şarkı kaseleri çoğunlukla 16. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar tarihlendirilir.
Bununla birlikte, daha sonraki yinelemeler daha sade, süssüz bir tasarıma yönelmiştir. Estetikteki bu dönüşüm, Himalaya şarkı kaselerinin daha geniş yörüngesini yansıtır; önceki dönemlerin süslü stilleri, kapsayıcı şarkı kasesi geleneğine sadık kalmaya devam ederken yerini yavaş yavaş daha basit formlara bırakmıştır.
Modern çağ, şan kasesi üretiminde dördüncü ve son dalganın gelişini müjdelemiştir.20. yüzyılda şan kaselerinin üretim oranı azaldı. Ancak, gelişen ihracat değeri ve artan küresel talep nedeniyle, şan kasesi üretimi son on yılda bir canlanma yaşadı. Bugün, her biri meraklıların ve koleksiyoncuların zevklerine hitap eden çeşitli seçenekler sunan, her zamankinden daha bol sayıda şan kasesine tanık oluyoruz.
Modern şan kâseleri, antika reprodüksiyonlardan makinede işlenmiş pirinç kâselere ve elle dövülmüş bronz kâselere kadar çeşitli biçimlerde karşımıza çıkmaktadır. Şan çanağı işçiliğinin ayırt edici özelliklerinden biri olan eski el çekiçleme tekniği, bu çağdaş kreasyonların sonik hünerlerini korumalarını sağlar. Elle çekiçlenen bu şan kâseleri, her biri zanaatkârın el işçiliğinin izini taşıyan, düzden zarif bir şekilde süslenmişe kadar çeşitlilik gösterebilir.
Özellikle modern çanaklar, önceki dönemlerin düz tabanlı çanaklarına tezat oluşturan bir tasarım tercihi olan yuvarlak tabanlı olma eğilimindedir. Katlanmış dudak, 16. yüzyılda ortaya çıkan ayırt edici bir özellik olup, 20. yüzyılda daha da sadeleştirilmiş ve birçok modern şarkı kasesi belirgin bir katlanmış ağız kenarına sahip olmamıştır. Çağdaş zanaatkârlar üretim sürecini hızlandırmak için torna ve parlatma çarkları gibi modern aletler kullanmakta, bu da üretimi kolaylaştırmakla birlikte eski şarkı kâselerinin bazı sanatsal inceliklerini potansiyel olarak azaltmaktadır.
Modern şan çanakları, yüzyıllar boyunca biriktirilebilen yumuşak ses karakterini veya metafizik “enerjiyi” yaymasa da, ses kalitesi açısından mükemmeldir. Aslında, en iyi modern çanaklar düşük kaliteli antikaların performansını aşabilir. Yine de ikisi arasında önemli bir fark vardır: antika şan çanakları zamanın ve geleneğin mirasını içlerinde taşırlar.
Bununla birlikte, çağdaş şan kasesi pazarının karmaşıklıkları ve zorlukları olmadığını belirtmek çok önemlidir. Kum döküm ve makine terbiye teknikleri kullanılarak öncelikle pirinçten üretilen modern şan kaselerinin çoğalması, bir dereceye kadar karışıklığa yol açmıştır. Bu çanakların bazıları, geleneksel anlamda hakiki şan çanakları olmasalar da dövme çekiç izleriyle el yapımı eserlerin görünümünü taklit edecek şekilde tasarlanmıştır.
Bu durum piyasadaki çizgilerin bulanıklaşmasına yol açmış, bazı tüketiciler modern reprodüksiyonlar aldıklarının farkında olmadan antika olduğunu düşündükleri şan kaselerine fahiş fiyatlar ödemişlerdir. Bu modern “şan çanakları” Hindistan ve Çin’de, orijinal ürünün cazibesini taklit edebilen uygun maliyetli bir yaklaşım kullanılarak toplu olarak üretilmektedir. Bununla birlikte, elle yontulmuş bronz seleflerinin çok sesli tonal karmaşıklıklarından yoksundurlar ve daha geniş şan çanağı geleneğinde ayrı varlıklar olarak dururlar. Yerine göre tercih edilebilir ama ileri düzey meditasyon uygulamalarında meditasyon sürecinin ürüne uygun tasarlanması ve doğru anlatılması gerekir.
Bronz şan kaseleri ve Budizm
Şan çanaklarının Budizm ile olan rezonansı inkâr edilemez derecede derindir ve kökenleri bu saygıdeğer geleneğin ruhani ve manastır uygulamalarıyla iç içe geçmiştir. Şan çanaklarının evrimi tipik olarak Budist sadaka törenlerinde kullanılmalarına dayandırılsa da diğer dini ve ruhani bağlamlarda da yankı bularak Budizm’in ötesine uzanmaktadır.
Budizm dünyasında, şan çanakları büyük olasılıkla Budist sadaka çanaklarının doğal bir uzantısı olarak ortaya çıkmıştır. Bu sadaka kaseleri keşişlerin hayatında önemli bir rol oynamış, hem yiyecek ve içecek için faydacı kaplar hem de inananlardan sadaka toplama aracı olarak işlev görmüştür. Japon Zen Budizminde “takuhatsu” olarak bilinen bu uygulama, keşişlerin ellerinde sadaka kaseleriyle topluluk içinde dolaşarak yerel halktan bağış istemelerini içerir. Şarkı söyleyen kâseye vurma eylemi, topluluğa sadaka verme zamanını işaret eden sesli bir çağrı görevi görürdü.
Günümüzde bu gelenek çeşitli Budist topluluklarında hâlâ görülebilmektedir ve şarkı çanaklarının asıl amacını temsil ediyor olabilir. İster keşişlerin kişisel eşyaları ister tapınaklar için toplama kapları olsun, sadaka kaselerinin kendileri pratik gerekliliklerle doluydu. Bunlar, manastır yaşam tarzında beslenmenin temel önemini yansıtan yiyecek kaplarıydı. Zamanla bu kâseler sembolik bir önem kazanarak yalnızca beslenme araçları değil, aynı zamanda dini bağlılığın da kapları haline geldi.
Budizm bağlamında, kaseler sadece kap olarak sıradan rollerini aşar; yaşamın kendisinin sembolik kapları olarak görülürler. Bu saygıdeğer nesneler derin bir ruhani ve pratik öneme sahiptir; sadaka verme pratiğinin görsel bir temsili olarak hizmet eder ve keşişlerin manastır disiplinini sembolize eder. Kâsenin titizlikle temizlenmesi ve bakımı da dâhil olmak üzere sadaka kâsesine özenle bakma uygulaması manastır yaşamının ayrılmaz bir parçasıdır. Budist sadelik ve alçakgönüllülük ilkelerini somutlaştırarak farkındalık ve saygıyı ifade eder.
Budizm’de kâselerin önemi Buda’nın taş kâsesinin hikâyesinde de örneklendirilmiştir. Başlangıçta bir besin kaynağı olan bu mütevazı kap, Budist mitolojisi ve sembolizminde derin bir yere sahiptir. Taş kâsenin sadece Buda’ya besin sağlamakla kalmadığı, aynı zamanda faydacı olanın kutsal olana dönüşümünün altını çizerek saygı duyulan bir obje ve dini sembol haline geldiği söylenir.
Şan çanakları ve Budizm arasındaki ilişki derin köklere sahip olsa da şan çanaklarının diğer dini ve ruhani geleneklerde de yankı bulduğunu belirtmek gerekir. İslam’ın mistik bir boyutu olan Sufizm, sesi ruhani bir ifade aracı olarak kullanmıştır. Sufi uygulamaları genellikle değişmiş bilinç hallerini tetiklemek ve ilahi olanla daha derin bir bağlantı kurmayı kolaylaştırmak için enstrümanların ve ilahilerin kullanımını içerir. Şan çanakları ile eşanlamlı olmasa da, ruhani uygulamalarda ses ve rezonansın daha geniş bir kavramı ortak bir konudur.
Benzer şekilde Şamanizm, Tengricilik ve Şintoizm’de de ses ve ritüel dini ifadenin ayrılmaz unsurlarıdır. Örneğin Şaman ritüelleri genellikle davul çalmayı, ilahi söylemeyi ve ruhani dünya ile bağlantı kurmak için çeşitli enstrümanların kullanılmasını içerir. Şintoizm’de arınma ve kutsama içeren ritüeller sıklıkla çan ve diğer ses çıkaran unsurların kullanımını içerir. Şan çanakları ile doğrudan uyumlu olmasa da bu gelenekler sesin ruhani ve dini uygulamalardaki evrensel rolünün altını çizmektedir.
Şan kaselerinin tasarımları ve boyutları
(Şan – Ses – Şarkı) çanakları dünyası, biçim ve tasarımın sanatsal ifadenin zengin bir dokusunu ördüğü büyüleyici bir çeşitlilik alanıdır. Bu büyüleyici enstrümanlar, rustik sadelikten karmaşık işçiliğe kadar uzanan geniş bir estetik yelpazesi sergileyebilir. Bazıları rafine edilmemiş, dünyevi görünümleriyle karakterize edilirken, diğerleri titiz bir sanatçılığın izlerini sergileyerek onları çarpıcı güzellikte nesneler haline getirir.
Yelpazenin bir ucunda, sadeliğin damgasını taşıyan şarkı çanakları ile karşılaşırız. Bu çanaklar genellikle rustik ve süssüz bir kaliteyi yansıtan bir dış görünüşe sahiptir. Mütevazı zarafetleriyle, sanki kökenlerinin özüne geri dönüyormuş gibi bir otantiklik havası yayarlar. Kusurlu geometriler ve şekil düzensizlikleri, el yapımı kalitelerinin ve zanaatkar işçiliğine eşlik eden kusurların altını çizerek onlara farklı bir karakter kazandırabilir.
Öte yandan, bu sürekliliğin diğer ucunda, karmaşık gravürler ve dekoratif motiflerle özenle süslenmiş şan kaseleriyle de karşılaşılabilir. Bu kâseler kendi başlarına birer sanat eseridir; onları sadece müzik aletlerine değil, aynı zamanda görsel hazinelere dönüştüren usta işçilik için birer tuvaldir. İster süslü desenleri ister sembolik imgeleri tasvir etsin, bu ince ayrıntılar çanaklara yüksek bir güzellik ve sanat duygusu kazandırır.
Şan çanaklarının büyük anlatısında, tasarımdaki bu çeşitlilikler zanaatın çok yönlülüğünün bir kanıtı olarak farklı zevklere ve tercihlere hitap eden seçenekler sunar. İster süssüz bir kâsenin rustik sadeliğine, ister karmaşık bir şekilde bezenmiş bir parçanın görsel ihtişamına ilgi duyulsun, her bireyin estetik duyarlılıklarına uygun bir şan kasesi vardır.
Son yıllarda, Asya kökenlerini aşarak dünya çapında takdir ve beğeni kazanmışlardır. Toplumun her kesiminden koleksiyoncular, eşsiz güzellikleri ve tınlayan tonları nedeniyle bu enstrümanlara değer vermeye başladı. Sanatsal ve koleksiyonluk değerlerinin ötesinde, şan çanakları uyum ve dinginlik yaratma potansiyelleriyle de tanınmıştır.Bu enstrümanlar sadece birer merak unsuru değil, daha derin bir iç huzur duygusu için birer kanaldır ve zihni sükûnet haline getiren yatıştırıcı bir sonik kucaklama sunar.
Şan çanaklarının yaygın boyutlarına gelince, spektrum da tasarımları kadar çeşitlidir. Şan çanakları, çapı 6 santim gibi küçük bir boyuttan, 60 santim gibi etkileyici bir boyuta ulaşan geniş bir yelpazede üretilebilirler. Antika şarkı kaselerinin boyutu tipik olarak yaklaşık 10 santim ila 30 santim aralığındadır. Bu geniş yelpazede, her biri belirli bir kültürün gelenek ve işçiliğinin farklı izlerini taşıyan çeşitli şekil ve stiller bulunur. Örneğin, bazı Himalaya şarkı çanakları Nepal dilinde Jambati ve Thadobati gibi isimler taşır ve Himalaya bölgesinde gelişen belirli stilleri ifade eder.
Mesela ben özellikle Jambati’lerin hayranı olduğumu belirtmeliyim. Bazı kaliteli kaselerden yaklaşık 6 ton elde edebilmek mümkün. Tabi ne yapmanız gerektiğini doğru biliyorsanız.
Şan çanağı stillerinin isimlendirilmesinin her zaman katı bir şekilde geleneksel olmadığını ve çeşitli satıcılardan modernize edilmiş takma adların ortaya çıkabileceğini belirtmek gerekir. Bu çeşitli boyut, şekil ve isimlendirme yelpazesi, şan kasesi kültürünün zenginliğini özetlemekte ve hem kişisel tercihlere hem de kültürel geleneklere hitap eden bir seçenekler dünyasına izin vermektedir.
Bu büyüleyici ses, çanağın üretildiği metal alaşım, hassas geometrisi ve karmaşık yapım süreci de dahil olmak üzere çeşitli faktörlerin benzersiz birleşiminden ortaya çıkar. Sonuç, hem bedeni rahatlatan hem de zihni odaklayan olağanüstü bir yeteneğe sahip melodik bir titreşimdir.
Tibet çanları, genellikle temel frekanslara sahiptir. Ana frekansları, 200 ila 400 Hertz arasında değişebilir. Ancak, bu frekanslar sadece bir ölçüdür ve çanın yapısı, malzemesi ve çalma tekniği gibi birçok faktör tınıyı etkiler. Daha büyük çanlar genellikle daha düşük frekansta tını çıkarırken, daha küçük çanlar daha yüksek frekansta tınılar üretebilir. Tibet çanlarının tınıları aynı zamanda harmoniklerle zenginleştirilir, bu da onların duygusal etkisini artırır.
Özellikle Himalaya şarkı çanakları, iki ila üç farklı üst tonun eşlik ettiği temel bir ton üretme kapasiteleriyle ünlüdür. Kolayca fark edilebilen bu frekansların ötesinde, bu çanakların tınısında gizlenen bir dizi yüksek ve düşük ton, eğitimsiz bir kulakla ayırt edilmesi zor olabilecek zengin, katmanlı bir ses manzarası yaratır. Bir şan kasesinin uyumlu bir şekilde tınlayıp tınlamadığını veya ilgi çekici bir uyumsuzluğa girip girmediğini belirleyen şey, nihayetinde bu ses parçacıklarının etkileşimidir.
Ses dünyasında, uyumsuz bir şan kasesi kullanmak karmaşık, hatta zorlayıcı görünebilir, ancak keşfedilmeyi bekleyen bir cazibeye sahiptir. Bir şan kasesinin sesinin özü, çeşitli oranlarda titreşen çok sayıda frekansın bir bileşimi olan karmaşık akorunda yatar. Bu ses senfonisi her bir şan kasesinin eşsiz olmasını sağlar, çünkü akor bir kâseden diğerine farklılık gösterir. Tonal ilişkilerinde ince farklılıklar olsa da bazı şan çanakları sıradan bir gözlemciye oldukça benzer sesler çıkarabilir. Âmâ gerçek farklıdır. Bir çanaktan özel bir tonu bulabilmek için yüzlere kez vurmanız ve hatta onu kaybedip sonra onu aramak için aynı süreci tekrar yaşamanız olasıdır.
Bir şan kasesinin sonik kimliği, her biri bireysel karakterine katkıda bulunan beş temel faktör tarafından şekillendirilir. Metal alaşım bileşimi, çanağın geometrisi, kalınlığındaki varyasyonlar, el yapımı konstrüksiyon ve ağız kenarının şekli çok önemli roller oynar. Çanağın yuvarlak şekli, bir davulun gövdesine benzer bir rezonans odası yaratarak tonun derinliğini ve zenginliğini daha da artırır. Sesin perdesi ve süresi, çanağın fiziksel formunun inceliklerinden etkilenir.
Bronz alaşım seçimi, çanağın zanaatkar işçiliğiyle birleştiğinde, rezonans niteliklerinin üretilmesinde kritik bir rol oynar. Özellikle, antika şan çanaklarının tonal nitelikleri genellikle modern benzerlerinden daha yumuşaktır. Bronz alaşımındaki değişikliklerle birlikte zamanın geçişi, onlara benzersiz, eskimiş bir çekicilik katar. Bununla birlikte, yüksek kaliteli modern bir şan kasesinin zaman zaman bir antikanın ses kalitesini aşabileceğini kabul etmek önemlidir.
Bununla birlikte, tüm şan çanakları ahenkli melodiler yaymaz. Bazıları uyumsuz tonlar üretebilir veya hatta seslerine belirgin bir uğultu kalitesi katan çatlaklar taşıyabilir. Bir şan kasesinin tonunun hacmi ve sürekliliği de genel dinleme deneyimini etkileyecek şekilde değişir. Bu nedenle, bir çanağı edinmeden önce dikkatlice dinlemeniz tavsiye edilir, çünkü ürettiği ses, cazibesinin ve etkinliğinin çok önemli bir bileşenidir.
Bir şan kasesinin sesinin güzel ve karmaşık sadeliği, onunla meşgul olanlar için sayısız faydayı beraberinde getirir. Bu rezonanslı ses gevşemeye neden olma, stres ve kaygıyı hafifletme ve hatta fiziksel ağrıyı azaltma gücüne sahiptir. Araştırmalar, şan çanaklarının kan basıncını normalleştirme üzerinde olumlu bir etkiye sahip olabileceğini ve esenliğe bütünsel bir yaklaşım sunduğunu öne sürmüştür. Bu fiziksel etkilerin ötesinde, bir şan çanağının sesi zihni temizleme ve zihinsel bir huzur vahası yaratma kapasitesine sahiptir.
Ayrıca, şan çanakları tarafından üretilen tonların karmaşıklığı, konsantrasyonu arttırmak ve hafızayı keskinleştirmek için güçlü bir araç sunar. Bu da şan çanaklarını meditasyon ve bilişsel gelişim için paha biçilmez yardımcılar haline getirmekte, zihinsel berraklığı şekillendirmek için işitselliği aşan enstrümanlar olarak hizmet etmektedir.
İlginçtir ki, şan çanaklarının tarihsel kullanımları gizemini korurken, modern ses terapisi ve ses şifası uygulayıcıları yeni yollar açmakta, Himalaya şan çanaklarının rahatlama, denge ve uyum potansiyelinden yararlanmak için yenilikçi teknikler geliştirmektedir. Bazı çevrelerde şüphecilik sürse de, şan çanağı seçme, çalma ve dinleme sanatıyla ilgilenenler bu büyüleyici enstrümanların dönüştürücü büyüsünü keşfetmişlerdir. Şan çanağının melodik tonları duyuları sararken, derin bir esenlik ve denge duygusunu da beraberinde getirerek bizi uyumlu bir kendini keşfetme ve iç huzur yolculuğuna çıkmaya davet eder.
Geleceğe Sözler
Şan çanaklarının esrarengiz tarihini çözerken, kültürel alışveriş ve evrimin karmaşık dokusu lehine efsane ve mitleri ortadan kaldıran bir anlatı üretmeye çalıştım. Bu büyüleyici enstrümanların ilk olarak Tibet’in kutsal dağlarında tasarlandığına inanılsa da gerçek çok daha az mitolojiktir ancak daha az büyüleyici değildir.
Şan çanakları, kökleri Türk’lerin en önemli düşünsel merkezlerinden biri olan Horasan’da asırlık bronz çanak işçiliği geleneğinin bir sonucudur. Bu gelenek zaman içinde evrim geçirerek ve çeşitli kültürlere uyum sağlayarak nihayetinde Nepal’e ulaşmış ve burada daha da rafine edilerek bugün bildiğimiz zarif şarkı kaselerine dönüştürülmüştür. Tibet dağlarının yüce tepelerinde mucizevi bir şekilde ortaya çıkan şan çanakları kavramı, aslında yüzyıllara yayılan gerçek kültürel paylaşım hikayesini gizleyen hayali bir efsanedir.
Mitler, Padmasambhava ve Sakyamuni Buddha gibi saygıdeğer figürleri içeren bir masallar bütününü örmüştür. Ancak, bu efsanevi iddiaları destekleyecek hiçbir tarihi kanıt bulunmadığından, gerçeği kurgudan ayırmak önemlidir. Bunun yerine, şan çanaklarının evrimi, bu enstrümanların cazibesini arttırma arzusuyla onları önde gelen dini figürlere bağlayan hayali hikayeler ortaya atan tüccarların anlatılarından etkilenmiştir.
Ama şunu da kabul ediyorum, daha geniş bir tarihsel bağlamda, şan çanakları tek bir kültür ya da bölgeyle sınırlı kalmamış, pek çok uygarlığın ürünü olmuştur. Başlangıçta günlük yaşamda kullanılan bronz kaseler, antik dünyada iz bırakmıştır. Himalaya bölgesine yolculukları ise nispeten yakın bir tarihte, son bin yıl içinde gerçekleşmiştir. Nepal’de bu gelenek kayda değer bir süreklilikle devam etmiş ve zamanın onurlu sanatı olan el ve çekiç kullanarak; büyük bir emekle şarkı kaselerini korumuştur.
Buna karşılık, diğer bölgelerde bronz kâse üretiminin geleneksel zanaatkârlığı, daha yeni teknolojilerin ön plana çıkmasıyla kaybolmaya yüz tutmuştur. Ancak Nepal’de elle çanak yapma geleneğinin sürmesi, çanakların zamansız çekiciliğinin ve yankısının bir kanıtıdır.
Batı bronz çanak yapım teknolojisi ile doğu çan yapım geleneklerinin birleşmesi bu eşsiz enstrümanları doğurmuştur. Bakırın kalayla kaynaştırılmasıyla elde edilen bir malzeme olan bronz, çok önemli bir bileşendir. Dikkat çekici bir şekilde, sadece Horasan ve Tayland’da hem bakır hem de kalayın doğal olarak bulunması, bronzun dayanıklı ve çok yönlü bir malzeme olarak geliştirilmesine yol açmıştır. Bu teknolojik yenilik Horasan’dan Tayland’a taşınarak metal işçiliğinin tarihine damgasını vurmuştur.
Şan çanaklarının hikayesi ortaya çıktıkça, yolculuklarının insan yaratıcılığının, kültürel alışverişin ve yarattıkları melodik sesin kalıcı cazibesinin bir kanıtı olduğunu hatırlıyoruz.
Bu enstrümanların cazibesi, somutlaştırdıkları tarihler kadar zamansızdır ve onları yalnızca büyüleyici merak nesneleri değil, aynı zamanda rahatlama, meditasyon ve içsel uyum için yankılanan araçlar haline getirir.
Peki ya işin kuantum boyutu ile ilgili neler dedik?
Biliyorum, Horasan kaseleri ve kuantum fiziği, ilk bakışta tamamen farklı alanlara ait gibi görünen iki konu olarak karşımıza çıkar. Ancak, bu iki farklı alanın daha yakından incelenmesi, insan deneyimini ve evrenin derin sırlarını anlama çabalarımız arasında ilginç benzerlikler ve bağlantılar olduğunu göstermekte.
Horasan kaseleri, özel bir sanat eseri olarak nitelendirilebilecek enstrümanlardır. Özenle tasarlanmış ve üretilmişlerdir ve bu özel tasarım, sesin frekansı ve titreşimi üzerinde büyük bir etki yaratır. Kuantum fiziği, atomların ve parçacıkların davranışlarını inceleyen bir disiplindir ve bu düzeyde de frekansların ve titreşimlerin derinlemesine bir anlayışını sunar. Horasan kaseleri, özel bir şekilde tasarlanmış olmaları nedeniyle belirli frekansta tınılar çıkarır ve bu tınılar, insanların rahatlamasına ve meditatif bir deneyim yaşamasına yardımcı olur. Kuantum fiziği de temelde titreşen enerjilerin ve dalgaların incelenmesiyle evrenin derin yapısını anlamaya çalışır. Bu, iki alanın frekans ve titreşimlerin önemini vurguladığı bir bağlantıdır.
Daha da derine inildiğinde, dalga-parçacık ikiliği konsepti, Horasan kaseleri ile kuantum fiziği arasında ilginç bir benzerlik sunar. Kuantum fiziği, madde ve enerjinin hem dalga hem de parçacık olarak davranabileceğini açıklar. Horasan kaseleri ise ses dalgaları olarak yayılırken aynı zamanda görsel olarak titreşirler. Bu, her iki durumun da bir şeyin hem maddenin bir parçası hem de enerji olarak nasıl işlev görebileceğini gösteren bir benzerlik olduğunu gösterir. Horasan kaseleri, hem fiziksel hem de duygusal bir deneyim sunar, bu da dalga-parçacık ikiliğinin bir yansımasıdır.
Denge ve uyum, Horasan kaseleri ile kuantum fiziği arasında bir başka dikkate değer bağlantıdır. Horasan kaseleri, insanların içsel denge ve huzur bulmalarına yardımcı olma amaçlarına sahiptir. Bu, ruhsal denge ve zihinsel uyumun önemini vurgular. Kuantum fiziği ise evrenin dengesini ve temel kuvvetlerin uyumunu incelemektedir. İnsanların kuantum düzeyde dengeyi ve uyumu anlamalarına yardımcı olabilir. Her iki alan da evrende denge ve uyumun önemini vurgulayarak, insanların bu kavramları daha derinlemesine anlamalarına katkı sağlar.
Son olarak, gözlem ve etki kavramları, Horasan kaseleri ve kuantum fiziği arasında ilginç bir paralelliğe işaret eder. Kuantum fiziği, gözlemcinin bir parçacığın davranışını nasıl etkileyebileceğini araştırır. Tecrübelerime göre Horasan kaseleri çalındığında, insanların ruh hali ve düşünce durumları üzerinde büyük bir etkisi olabilir. Her iki alan da gözlem ve katılımın sonuçları üzerinde derin bir etkisi olduğunu vurgular.
Sonuç olarak, Horasan kaseleri, ya da ben böyle yazdığımda titreyerek “hayır onlar Tibet kaseleri” diyecek kaseleri diyecek arkadaşları es geçersek, kuantum fiziği arasında ilginç bağlantılar bulunmaktadır. Her iki alan da insanın içsel deneyimini ve evrenin derin yapısını anlama yolunda önemli araçlar sunar.
Benim yaptığım çalışmalar sonucunda aldığım dönüşlere istinaden özellikle şarkı söyleyen kaseleri Türkiye’de üretmek ve özellikle sufizmin eski ritüel araçlarından biri olan bu aletleri tekrar Türk kültürüne kazandırmanın bir zorunluluk olduğuna inanıyorum. Bana sorarsanız Ney bizim için ne ise Quantum frekans havuzu olarak görebileceğimiz şan kaseleri de kültürümüze tekrar kazandırılmalıdır. Bu noktada Türkiye’deki bazı zil üreticileri ile hem doğrudan hem de dolaylı yoldan – aracılarla iletişime geçme fırsatım oldu. Görünen o ki hiçbiri bu konu ile ilgilenerek yeni bir kapı açmayı akıllarının ucundan bile geçirmiyor.
Öte yandan hayatım boyunca birkaç farklı konuda koleksiyonerlik yapmış ve hepsini zamanla bırakmış durumdayım. Sanırım bu konu benim gelecek yıllarda vazgeçmeyi düşünmeden koleksiyonerliğini yapacağım ana konu olacak. Çünkü frekansları özellikle kuantum fiziği temelinde inceleyip gücünü gördükten sonra; hatta şu anda bu konularla ilgi bir kitabın ön yazımını 2 gün önce bitirmişken hem ailemin hem de yakınlarımın insanlığın elinde bulunan tüm teknolojilerden daha ileri bir noktayı temsil eden bu kuantum üreteçlerinin her çeşidine her zaman ulaşabilir olmasını arzu ediyorum.
Ama makto boyutta da bu işin takipçisi olacağım. Hedefim ülkemi bu konuda şampiyonlar ligine çıkartmak olacak. Özellikle horasan ve orada nefeslenen Türk kültürü söz konusuyken bu konuya herkesin benim kadar büyük emek sarf etmesi gerektiğine inanıyorum. Çünkü “Horasan Kaseleri” ve Kuantum fiziğinin birbiri ile olan etkileşimini ve uyumluluğunu reddetmek büyük bir zaaftır. Tarihte de zaaftı bugün de zaaf. Bunu kabul etmemeliyiz.Türk gene uzun uykularından birinde ve uyandırılmalı.
Bu konuda aslında birçoğunuzun tanıdığı mühendis dostlarım ve farklı uzmanlık alanlarından yol arkadaşlarımla tartışmalar yapıyoruz ve bazı şeyleri elle tutulur hale getirmeye çalışıyoruz.
Bakalım neler olacak.