Giriş: Girişimcilik ve Devlet Terimleri Bir Arada Kullanılabilir mi?
Bazı makaleleri içiniz yanarak yazarsınız. Ülkemin son zamanlarda yaşadığı çıkmazları düşündükçe dertlenmemek mümkün değil.İsterseniz lafı çok uzatmadan başlayalım.
“Girişimci” terimi, yalnızca “kâr amacı güden” anlamına gelmez. Bu terim çok daha geniş bir anlama sahiptir. Bir girişimci, kaynakları düşük verimli ve az getiri sağlayan bir alandan alıp, daha yüksek verimlilik ve daha fazla getiri sağlayan bir alana kaydırır. Bu, kamu yöneticilerinin yapabileceği bir şey midir? Kesinlikle evet. Bu yaklaşım kamu sektöründe, kar amacı gütmeyen sektörde ve özel sektörde geçerlidir. Bu, özel sektörün yıllardır mücadele ettiği temel bir zorluktur.
Son ekonomik krizin ardından, radikal bir şekilde değişen bu yeni ortamda siyasi hareketleri yeniden yapılandırma gerekliliğini vurgulamıştım. Bu durum, on yıllık çabamızı da başlattı. Mükemmellik hareketi ve toplam kalite yönetimi hareketini hem kamuda hem de özel sektörde tabana yaymak, devleti, hükümetleri, STK’ları ve şirketleri daha girişimci, daha esnek ve daha rafine hale getirebilir.
Zaten herkes artık farkında ki günümüz dünyasında hızlı değişim, eski merkeziyetçi, yukarıdan aşağıya işleyen bürokratik tekel yapılarının standart hizmet sunumlarını etkisiz hale getirdi. Artık etkili olabilmek için bir organizasyonun yalın, çevik, “müşterilerine” duyarlı, sürekli değişime uyum sağlayabilen ve verimliliğini sürekli artırabilen bir yapıya sahip olması gerekmektedir. Diğer bir deyişle, bürokratik olmaktan ziyade girişimci bir yapıya ihtiyaç vardır.
Bu şekilde düşünmek çalışanları güçlendirmeyi, kalite çemberleri oluşturmayı, performansı ölçmeyi ve kaliteye odaklanmayı amaçlamalıdır. Günümüz ekonomik krizinde, yani kabaca ben bunları anlatmaya başladıktan tam on yıl sonra, kamu sektöründe benzer bir dönüşümün gerekliliğini nihayet fark etmeye başladık. Asıl zor soru şu: Bunu nasıl yapacağız? Bir bürokratik sistemi nasıl girişimci bir sisteme dönüştüreceğiz?
Katalitik Devlet: “Yön Veren Devlet” Anlayışı
Tarihin sahnesinde pek çok kavram ve ideoloji gelip geçmiştir, ancak bazıları vardır ki, zamana direnerek yeniden değerlendirilmesi gereken bir öz barındırır. “Katalitik Devlet” anlayışı, işte böyle bir kavramdır—yıllar boyu göz ardı edilen, ancak üzerinde dikkatle düşünüldüğünde, bir devletin varoluş amacını ve işlevini yeniden tanımlayan derin bir ilkedir. Bu coğrafyada özellikle üzerinde durmamız gereken bir terimdir. Çünkü ısı bir anda yükselir ya da bir anda düşer. Bu değişime devlet olarak ya doğru tepkiyi verirsiniz yoksa ya yanar ya da donarsınız.
Bu anlayışın temelinde, devletin yalnızca bir yönlendirici, bir rehber olarak var olması gerektiği düşüncesi yatar. Eski ve hantal bürokratik model, bir sorunu çözmek için devasa yapılar kurmayı, sayısız memur istihdam etmeyi ve geniş çapta kamu hizmeti sunmayı gerektirir. Bu yöntem, zaman içinde devleti devasa bir gemi haline getirir; her karar, her hareket ağır ve maliyetlidir. Devletin vergi toplama yükümlülüğü altında sürekli ezilmesi ve kamu hizmetlerini genişletmek için durmaksızın çabalaması, bu devasa gemiyi daha da ağırlaştırır. Ancak, devletin sadece bu rolü oynaması gerektiği nerede yazılıdır?
Devlet, sürekli olarak kürek çekmek zorunda kalan bir gemici olmaktan çıkıp, daha çok denizdeki rotayı belirleyen bir kaptan olmalıdır. Devletin asli görevi, toplumu bir yöne doğru sevk etmek, ona rehberlik etmek ve gerektiğinde rotayı düzeltmektir. Bu, sorumluluğu tamamen bırakmak anlamına gelmez; aksine, doğru zamanda doğru müdahalelerle toplumu en verimli şekilde yönlendirmek anlamına gelir. Ne yazık ki, eski bürokratik model, devleti iş yapma zorunluluğuna hapseder, oysa devletin rolü işin yapılmasını sağlamak, süreci kolaylaştırmak ve doğru kaynakları harekete geçirmektir.
Bir organizasyonun esnek olması, değişen koşullara hızla uyum sağlayabilmesi için hayati önemdedir. Ancak, geleneksel memuriyet sistemi, yetersiz performans gösteren çalışanları dahi korur; bu durum, devleti ağırlaştırır ve onu esneklikten uzaklaştırır. Devletin esneklikten yoksun olması, aynı zamanda onu tek bir tedarikçiye, tek bir kaynağa bağımlı hale getirir. Bu, herhangi bir işletmenin asla kabul etmeyeceği bir durumdur; devletler de bu hataya düşmemelidir.
Katalitik Devlet anlayışı, devleti bu statik durumdan kurtararak, ona daha dinamik, daha esnek bir rol biçer. Devletin yön verici rolü, tıpkı bir nehrin akışını şekillendiren kıyılar gibi, toplumsal enerjiyi en verimli şekilde yönlendirmeyi amaçlar. Böyle bir devlet, yalnızca kendi iç mekanizmalarıyla sınırlı kalmaz; aksine, sivil toplum kuruluşları, özel sektör ve bireylerle iş birliği yaparak çok daha geniş bir etki alanı yaratır. Bu anlayışla, devletin kürek çekmek yerine yön verme görevine odaklanması, hem kamu kaynaklarının daha verimli kullanılmasını sağlar hem de toplumun kendi potansiyelini gerçekleştirmesi için gerekli özgürlük ve alanı sunar.
Rekabetçi Devlet: Hizmet Sunumunda Rekabetin Önemini Vurgulamak
Rekabetçi devlet anlayışı, hizmet sunumunda verimliliği artırmanın en etkili yollarından biri olarak rekabeti merkeze alır. Bu ilke, geleneksel devlet modellerinde sıkça görülen tekelci uygulamaların yerini, rekabetçi ve dinamik bir yapı ile değiştirmeyi amaçlar. Eski modelin hantallığı ve verimlilik eksiklikleri karşısında, rekabetin sunduğu dinamik ortam, devlet organizasyonlarını daha etkin, yenilikçi ve maliyet açısından verimli hale getirir.
Türkiye’deki yerel yönetimlerde, rekabetin teşvik edilmesiyle kamu hizmetlerinin verimliliğinin nasıl artırılabileceğine dair pek çok örnek bulunmaktadır. Mesela çöp toplama hizmetleri, bu konuda dikkat çekici bir alan olarak öne çıkmaktadır. Belediyeler, özel sektörle rekabete girerek hizmet sunumunda ciddi iyileştirmeler gerçekleştirebilirler. Bu rekabet ortamı, belediyelerin mevcut ekipmanlarını ve iş süreçlerini gözden geçirmeleri için güçlü bir motivasyon sağlar.
Belediye yönetimleri, rekabetin sunduğu fırsatları değerlendirerek, hizmet sunumunda kullanılan teknolojileri güncelleyebilir ve modern ekipmanlarla donatabilir. Örneğin, çöp toplama araçlarının daha çevreci ve enerji tasarruflu modellerle değiştirilmesi hem maliyetleri düşürür hem de hizmet kalitesini artırır. Aynı zamanda, çalışanların hizmet rotalarını yeniden düzenlemeleri ve daha verimli iş akışları geliştirmeleri teşvik edilmelidir. Bu hem çalışan memnuniyetini artırır hem de hizmetin halka daha hızlı ve etkin bir şekilde ulaşmasını sağlar.
Bu noktada şu anda çok ünlü bir belediye başkanına bunu önermemiz ve onun ısrarla reddedişi gözümün önüne geliyor. Her zaman olduğu üzere 2 yıl sonra jetonu düştü ve dediğimizi yerine getirmişti. Ardından da ana seçim malzemesi oalrak bu noktayı en öne koymuştu. Hey gidi günler.
Belediye örneği vermiş de olsam, rekabetçi devlet anlayışı, sadece verimlilik açısından değil, aynı zamanda inovasyon ve kalite açısından da önemli kazanımlar sağlar. Rekabet ortamında, kamu ve özel sektör birbirlerini daha iyi hizmet sunmaya teşvik ederken, bu durumun nihai kazananı halk olur. Daha kaliteli, erişilebilir ve hızlı hizmetler, toplumun genel refahını artırır ve devletin etkinliğini pekiştirir. Ama dikkatli olmak lazım. Mesela TOGG gibi bir ürünü ortaya çıakrtmışken BYD’ye ayrıcalıklar sağladığınızda TOGG için rekabet adına ekonomik sisteminize bir hiper devi davet etmiş olursunuz. Rekabet tasarlarken ölçek ekonomisi, patent tabanı, ar-ge bütçeleri vb. gibi onlarca faktörü dikkate almak lazım-dı. Gene de umarım sonuç TOGG için hayırlı olur.
Misyon Odaklı Devlet: Kurallar Yerine Misyonla Yönlendirilen Kamu Yönetimi
Misyon odaklı devlet ilkesi, kamu organizasyonlarının etkinliğini artırmanın, onların kurallara ve bütçelere değil, asıl misyonlarına odaklanmalarıyla mümkün olacağını savunur. Geleneksel kamu yönetimi anlayışı, kuralları sıkı sıkıya takip ederken, bu kuralların getirdiği kısıtlamalar çoğu zaman kaynakların verimli kullanılmasını engeller. Buna karşın, misyon odaklı bir yaklaşım, organizasyonların temel hedeflerine ulaşmak için daha esnek ve yenilikçi yollar bulmalarını teşvik eder.
Misyon odaklı devlet anlayışı, kamu organizasyonlarının çalışmalarını belirli hedefler etrafında yoğunlaştırması gerektiğini öne sürer. Bu yaklaşım, “Misyonumuz nedir? Hedefimiz nedir? Ne başarmaya çalışıyoruz?” gibi temel sorulara odaklanır. Bu sorulara verilen net yanıtlar, kamu organizasyonlarının yönünü belirler ve bu yön doğrultusunda faaliyetlerini sürdürmelerini sağlar. Yöneticilere, misyonlarını gerçekleştirme konusunda daha fazla inisiyatif ve esneklik tanındığında, kamu hizmetlerinin kalitesi ve verimliliği de önemli ölçüde artar.
Geleneksel kalem bazlı bütçe sistemi, kamu kaynaklarının nasıl kullanılacağını sıkı kurallarla belirleyen, ancak bu süreçte yaratıcılığı ve verimliliği engelleyen bir yapı sunar. Bu sistemde, bütçeler küçük parçalara ayrılır ve bu parçaların birbirine aktarılması son derece zordur. Dahası, mali yıl sonunda kullanılmayan bütçeler kaybedilir ve bu durum, gereksiz harcamaları teşvik eder. Bu tür bir bütçe yönetimi, hem kaynakların israfına yol açar hem de kamu hizmetlerinin verimliliğini düşürür.
Mesela Türkiye’deki şehir hastaneleri projesi, bu ilkenin hem potansiyelini hem de sınırlamalarını gözler önüne seren önemli bir örnek sunmaktadır. Şehir hastaneleri, Türkiye’nin sağlık sisteminde devrim niteliğinde bir adım olarak tanıtıldı. Bu hastaneler, sağlık hizmetlerinin kalitesini artırmak, modern tıbbi teknolojilere erişimi genişletmek ve hastaların bakım süreçlerini iyileştirmek misyonuyla inşa edildi. Devasa boyutları, gelişmiş altyapıları ve geniş hizmet yelpazesi ile şehir hastaneleri, sağlık sektöründe yeni bir dönemi başlattı. Bu projelerin ardındaki temel misyon, Türkiye’de sağlık hizmetlerine erişimi artırmak ve sağlık sistemini modernize etmekti.
Örneğin, Ankara’daki Bilkent Şehir Hastanesi, Avrupa’nın en büyük hastanesi olarak inşa edildi ve birçok tıbbi hizmeti tek bir çatı altında topladı. Bu devasa tesis, sağlık hizmetlerini merkezi bir noktada toplamak suretiyle hastaların daha kaliteli ve kapsamlı hizmet almasını hedefledi. Projenin misyonu, hastalara modern ve kapsamlı bir sağlık hizmeti sunmak, sağlık hizmetlerine erişimi artırmak ve Türkiye’nin sağlık altyapısını küresel standartlara taşımaktı.
Ancak, bu büyük ölçekli misyonun uygulanmasında ortaya çıkan bazı zorluklar, şehir hastaneleri projesinin sınırlamalarını da gözler önüne serdi. Şehir hastanelerinin merkezi bir vizyon doğrultusunda planlanması, yerel ihtiyaçların ve koşulların göz ardı edilmesine neden olabilmektedir. Her ne kadar hastanelerin misyonu geniş ve kapsamlı olsa da, uygulamada bu misyonun tek merkezden yönetilmesi, yerel sağlık hizmetleri ile uyumlu olmayan sonuçlar doğurmuştur.
Örneğin, şehir hastanelerinin büyüklüğü ve merkezi yapısı, hastalara erişim konusunda bazı zorluklar yaratmıştır. Nereden biliyorum çünkü ben de kontrollerimi orada yaptırıyorum. Özellikle büyük şehirlerdeki trafik ve ulaşım sorunları, hastaların bu dev hastanelere ulaşmasını zorlaştırmış, acil durumlar için hızlı erişim imkanını kısıtlamıştır. Ayrıca, küçük ve orta ölçekli hastanelerin kapatılması veya hizmetlerinin azaltılması, bazı bölgelerde sağlık hizmetlerine erişimi sınırlamış ve yerel halkın ihtiyaçlarını karşılamada yetersiz kalmıştır.
Ki buna iç dinamiklerin, özellikle de yerinde yetkilendirmenin (ki birazdan bundan da bahsedeceğim) çok zayıf olduğunu görerek yazıyorum. Acil durumdaki bir hastanın MR’ı acil’de ( hayati risk olması dolayısıyyla) hızla bakılsın diye sevk edildiğinde hayati riski olan hastaya sonucunun 15 gün sonra çıkacağı söylenebiliyor. Sebep ise çok basit. Siz bize poliklinikten geldiniz. Yani durumuzu acil olamaz. İşte minik bir detay bir insanın hayatta kalıp kalmasını etkileyebilir. Kimin umurunda? Sanırım kimsenin. Bu ilk kez mi oluyordur? Sanmam. Peki bu esnada hayatını kaybedenler olmuş mudur? Bilmem.. Sizce?
Bunun haricinde Türk doktorlarının özlük hakları, mobinge karşı direnimleri gibi konularda çok fazla geliştirmeye ihtiyacı olduğu da açıktır. Yani iş sadece hastane ihalesi yapmakla bitemez, insana o ihalelere gösterdiğiniz ilginin en az 10 katını göstermelisiniz. O binalar, o doktorlar ve detek personelleri olmadan koca bir hiçtir. Bunu iyi algılamak lazım.
Şehir hastaneleri örneği, misyon odaklı yönetimin potansiyelini gösterirken, aynı zamanda bu misyonun nasıl ve nerede kurgulandığının da kritik olduğunu ortaya koymaktadır. Sağlık hizmetlerinde başarı, sadece merkezi bir misyonun belirlenmesiyle değil, bu misyonun yerel ihtiyaçlarla uyumlu bir şekilde geniş kurgulanmasıyla mümkündür. Her bölgenin kendine özgü sağlık ihtiyaçları ve zorlukları vardır; dolayısıyla, sağlık hizmetlerinin organizasyonunda bu farklılıkların dikkate alınması hayati önem taşır.
Misyon ve vizyon, sadece tek bir merkezden dikte edilmemeli, aksine yerel sağlık otoriteleriyle birlikte, esnek ve yerel ihtiyaçlara cevap verecek şekilde tasarlanmalıdır. Sağlık sisteminin başarısı, büyük ve görkemli projelerle değil, bu projelerin yerel gerçeklerle uyum içinde nasıl hayata geçirildiğiyle (de) ölçülür. Şehir hastanelerinin sağladığı ileri teknoloji ve geniş kapsamlı hizmetler, ancak bu hizmetlerin erişilebilir ve yerel ihtiyaçlara uygun bir şekilde sunulmasıyla tam anlamıyla başarılı olabilir.
Sonuç Odaklı Devlet: Girdiler Yerine Sonuçları Ölçmek
Geleneksel kamu yönetiminde, harcamalar genellikle kalem bazlı bütçeler üzerinden kontrol edilir ve bu durum, yöneticilerin nasıl sorumlu tutulacağına dair soruları da beraberinde getirir. Ancak, modern yönetim anlayışı, hesap verebilirliği yalnızca girdiler üzerinden değil, esas olarak sonuçlar üzerinden değerlendirme gerekliliğini ön plana çıkarmaktadır. Sonuç odaklı devlet anlayışı, kamu organizasyonlarının başarılarını ve etkinliklerini girdilerden ziyade elde ettikleri somut sonuçlarla ölçmeyi amaçlar. Bu yaklaşım, kamu hizmetlerinin kalitesini artırmanın yanı sıra, kaynakların daha verimli kullanılmasına da imkan tanır.
Geleneksel bürokratik sistemlerde, yöneticiler genellikle harcadıkları kaynaklarla değerlendirildikleri için, bu kaynakların verimliliği ya da nihai sonuçları göz ardı edilebilir. Kalem bazlı bütçeler, kamu ajanslarının hangi kaleme ne kadar harcama yaptığını sıkı bir şekilde takip eder, ancak bu harcamaların gerçek sonuçlarını yeterince ölçmez.
Oysa, bir devletin ya da yerel yönetimin esas sorumluluğu, sadece kaynakları nasıl kullandığı değil, bu kaynakları kullanarak ne gibi sonuçlar elde ettiğidir. Bir ajansın harcadığı paranın ne gibi somut kazanımlar sağladığını, örneğin öğrencilerin ne kadar öğrendiğini, sokakların ne kadar temiz olduğunu ya da çevre koruma çalışmalarının ne derece başarılı olduğunu bilmek, bu ajansın etkinliğini anlamak için hayati önem taşır.
Girişimci hükümetler, harcadıkları kaynakların sonuçlarını ölçme konusunda önemli adımlar atmışlardır. Bu hükümetler, sokaklarının ne kadar temiz olduğunu, iş eğitimi alan kaç kişinin iş bulduğunu ve bu kişilerin kariyer yollarının nasıl geliştiğini net bir şekilde takip etmektedirler. Müşterilerinin, yani vatandaşlarının, ulaşım sistemlerinden, parklarından ve okullarından ne kadar memnun olduğunu ölçmek için çeşitli mekanizmalar geliştirmişlerdir. Bu tür bir sonuç odaklı yaklaşım, kamu hizmetlerinin verimliliğini artırmak ve halkın memnuniyetini sağlamak için kritik bir rol oynar.
En basitinden gene devlet üzerinden değil, sürekli cumhurbaşkanı olmaya takmış (?) belediye başkanlarımızın üzerinden bir iki örnek vereyim.Türkiye’deki belediyeler de bu tür ilkeleri benimseyerek, hizmet sunumunda önemli iyileştirmeler yapabilirler. Geleneksel bütçe yönetim sistemlerinin yerini, sonuç odaklı bir yaklaşımın alması, yerel yönetimlerin performansını artırabilir. Örneğin, belediyeler sokak temizliğinden eğitim hizmetlerine kadar geniş bir yelpazede, harcamalarının sonucunu ölçen mekanizmalar geliştirebilirler. Bu tür bir dönüşüm, sadece kaynakların daha etkin kullanılmasını sağlamakla kalmaz, aynı zamanda halkın hizmetlerden ne ölçüde memnun kaldığını da ortaya koyar.Tabi bu harcamaları yapan müdürlerin işlerine gelir ise..
Ancak sonuç odaklı devlet anlayışının tam anlamıyla başarılı olabilmesi için, misyon ve vizyonun sadece dar bir odakla değil, geniş kapsamlı ve uzun vadeli hedeflerle kurgulanması gerekmektedir. Şehir hastaneleri örneğinde olduğu gibi, sadece merkezi bir misyon belirlemek yerine, bu misyonun yerel ihtiyaçlar ve koşullarla uyumlu bir şekilde genişletilmesi, sağlık hizmetlerinin etkinliğini artırabilir. Benzer şekilde, bakanlıkların ve belediyelerin de sonuç odaklı yaklaşımlarını yerel ihtiyaçlara göre şekillendirmeleri ve bu süreçte esnek olmaları büyük önem taşır.
“Müşteri” Odaklı Devlet: Müşterinin Gücünü Kullanmak
“Müşteri” odaklı devlet anlayışı, kamu hizmetlerinin daha etkin ve verimli sunulabilmesi için, vatandaşların tercihlerini ve ihtiyaçlarını merkeze almayı savunur. Bu yaklaşımda, vatandaşlar birer “müşteri” olarak görülür ve kamu hizmetleri sunumunda tercih hakkı tanınarak, hizmet sağlayıcılar arasında rekabetin teşvik edilmesi amaçlanır. Müşteriye, yani vatandaşa, hizmet sağlayıcısını seçme hakkı verildiğinde, bu hem hizmet kalitesini artırır hem de maliyetleri düşürür. Bu yaklaşım, kamu yönetiminde radikal bir değişim olarak kabul edilebilir, ancak aslında son derece mantıklı ve uygulanabilir bir modeldir.
Müşteri odaklı devlet anlayışının Türkiye’deki potansiyel uygulamalarından biri, eğitim sektöründe kendini gösterebilir. Eğitimde, velilere çocuklarının hangi okula gideceğini seçme hakkı tanınarak, okullar arasında rekabetin artırılması sağlanabilir. Bu tür bir uygulama, okulların eğitim kalitesini yükseltme ve öğrenci memnuniyetini artırma yönünde ciddi adımlar atmasına yol açabilir. Velilere bu seçme hakkının tanınması, eğitim sistemini daha dinamik ve talep odaklı hale getirecektir.
Türkiye’de özel okulların sayısının artması ve devlet okullarıyla rekabet etmeye başlaması, bu yaklaşımın nasıl işleyebileceğine dair bir örnek teşkil edebilir. Özel okullar, öğrenci çekebilmek için eğitim kalitesini artırmaya yönelik sürekli yenilikler yapar ve velilerin taleplerine daha duyarlı olur. Aynı şekilde, devlet okullarının da velilerin tercihine göre şekillenecek bir yapıya bürünmesi, eğitimde genel kaliteyi yükseltebilir ve öğrenci memnuniyetini artırabilir.
Müşteri odaklı devlet anlayışının başarılı bir örneği, Türkiye’deki aile hekimliği sisteminde görülebilir. Vatandaşların aile hekimlerini seçme özgürlüğüne sahip olması, sağlık hizmetlerinin kişiye özel hale gelmesini ve hizmet kalitesinin artmasını sağlamıştır. Aile hekimleri, hastalarını kaybetmemek için daha kaliteli ve sürekli hizmet sunma çabası içinde olurlar. Bu durum, sağlık sisteminde rekabeti teşvik ederken, vatandaşların da ihtiyaçlarına en uygun hizmeti almasını sağlar.
Ancak bu sistemin başarısı, sadece bireysel tercihlerin artmasıyla değil, aynı zamanda hizmet sağlayıcılarının bu tercihlere duyarlı ve esnek olabilmesiyle mümkün olur. Aile hekimliği sistemi, vatandaşların sağlık hizmetlerine erişimini kolaylaştırmış ve bireylerin ihtiyaçlarına uygun sağlık çözümleri sunarak genel sağlık hizmetlerinin kalitesini artırmıştır.
Müşteri odaklı devlet anlayışı, eğitim ve sağlık gibi temel hizmetlerde başarıyla uygulanabileceği gibi, sosyal hizmetler, ulaşım ve kamu hizmetlerinin diğer alanlarında da genişletilebilir. Örneğin, Türkiye’de sosyal yardımların dağıtımında, vatandaşların hangi hizmetlerden yararlanmak istediklerini seçme hakkı verilmesi, sosyal hizmetlerin etkinliğini artırabilir. Aynı şekilde, toplu taşıma hizmetlerinde de vatandaşların ihtiyaçlarına göre çeşitli seçenekler sunulması, hizmet kalitesini yükseltebilir.
Ancak, müşteri odaklı bir sistemin başarısı, sadece rekabeti artırmakla değil, aynı zamanda hizmet sağlayıcılarının müşterilerin ihtiyaçlarına duyarlı olmasını sağlamakla mümkündür. Bu nedenle, müşteri odaklı devlet anlayışı, sadece hizmet seçeneklerini artırmakla kalmamalı, aynı zamanda bu hizmetlerin kalitesini ve erişilebilirliğini sürekli olarak geliştirmek için yenilikçi çözümler üretmelidir.
Girişimci Devlet: Harcamak Yerine Kazanmayı Teşvik Etmek
Girişimci devlet ilkesi, kamu yönetiminde harcama odaklı bir yaklaşımdan ziyade, kazanç elde etmeyi ve bu kazançları yeniden yatırıma dönüştürmeyi teşvik eden bir anlayışı ifade eder. Geleneksel hükümet yapılarında, bütçe süreçlerinin büyük bir kısmı harcama kararlarına odaklanırken, gelir yaratma potansiyeli genellikle göz ardı edilir. Ancak, girişimci bir devlet anlayışı, kamu sektöründe daha yenilikçi, verimli ve sürdürülebilir finansman modelleri geliştirmek için gelir yaratma kapasitesini artırmaya odaklanır.
Geleneksel devlet yapılarında, yöneticiler ve kamu çalışanları, genellikle belirlenen bütçeyi harcama konusunda sorumluluk taşır, ancak gelir yaratma süreçlerine dahil olmazlar. Bu durum, kamu sektöründe yenilikçiliği ve verimliliği sınırlayan bir unsur olabilir. Oysa, çalışanların ve departmanların kazandıkları yeni gelirlerden pay almaları gibi teşvikler, hem bireysel hem de kurumsal düzeyde daha girişimci bir yaklaşımın benimsenmesini sağlar. Örneğin, bir kamu departmanı, geliştirdiği bir projeden elde ettiği gelirlerin yarısını kendi ihtiyaçlarına ayırma hakkına sahip olduğunda, daha fazla yenilikçi proje geliştirmek için motive olabilir.
Bu tür teşviklerin hayata geçirilmesi, kamu sektöründe yaratıcı düşünme ve girişimcilik ruhunu canlandırabilir. Çalışanlara, fikirlerinden doğan yeni kazançların belirli bir yüzdesinin verilmesi, onların daha proaktif ve sonuç odaklı çalışmasını teşvik eder. Böylece, kamu sektöründe inovasyon ve etkinlik artar, bu da hem hizmet kalitesini hem de mali sürdürülebilirliği olumlu yönde etkiler.
Türkiye’de bazı belediyeler, girişimci devlet anlayışını benimseyerek, yenilikçi projeler aracılığıyla hem gelir elde etmeyi hem de kamu hizmetlerinin kalitesini artırmayı hedeflemektedir. Örneğin, çevre koruma projelerinde girişimci bir yaklaşım benimseyen belediyeler, özel sektörü çevresel sorunları çözmeye teşvik eden fonlar oluşturabilir. Bu fonlar, hem çevresel sürdürülebilirlik açısından önemli adımlar atılmasına olanak sağlar hem de kamu altyapısının geliştirilmesi için gerekli finansmanı oluşturur. Mesela çok merak ederim. Ankara’da deniz yok deriz de neden bu şehir için bir ormanlaştırma seberberliği düzenlemeyiz. ODTÜ ormanları olmasa bu şehir neye benzerdi? Hadi belediyeler görmüyor. Devlet nerede? Ya da Konya’nın çölleşmesi neden izleniyor?
İlginç.. yani değil ve nedenleri belli ama gene de insan ilginç deme ihtiyacı hissediyor.
Bir belediye, atık yönetimi konusunda özel sektörle iş birliği yaparak, geri dönüşüm ve atık azaltma projelerinden gelir elde edebilir. Bu gelirler, belediyenin kendi bütçesine katkı sağlayarak, başka projelerin finansmanını kolaylaştırır. Aynı zamanda, bu tür projeler aracılığıyla çevresel sorunların çözülmesine yönelik somut adımlar atılırken, belediyeler de sürdürülebilir kalkınma hedeflerine katkıda bulunur. Girişimci bir yaklaşımla, kamu sektörü sadece harcama odaklı değil, aynı zamanda gelir yaratma ve bu gelirleri yeniden yatırım yapma becerisiyle donatılmış bir yapıya kavuşur.
Yani girişimci devlet anlayışı, kamu sektöründe verimliliği ve yenilikçiliği artıran bir model sunar. Bu yaklaşım, kamu çalışanlarını ve yöneticilerini sadece harcamaya değil, aynı zamanda yeni gelir kaynakları yaratmaya teşvik eder. Böylece, kamu hizmetleri daha sürdürülebilir bir finansman modeliyle sunulur ve vatandaşlara daha kaliteli hizmetler sağlanır.
Girişimci devlet modeli, aynı zamanda kamu sektörünün özel sektörle daha yakın iş birlikleri kurmasını ve birlikte katma değer yaratmasını teşvik eder. Özel sektörle iş birliği yaparak, kamu sektörü hem maliyetleri düşürebilir hem de hizmet kalitesini artırabilir. Örneğin, altyapı projeleri, çevresel sürdürülebilirlik projeleri veya teknolojik yenilikler gibi alanlarda girişimci yaklaşımlar benimsemek, kamu hizmetlerinin modernizasyonunu hızlandırabilir.
Mesela devlet kurumları harp sanayi sektöründe iş geliştiren kurumlara “hatası sana ait olarak iş yapmanı kabul ederim” anlayışından da vazgeçmelidir. Sürekli olarak harp sanayi üzerinden yapılan yayınlara baktığımda üreticilerin bu konudaki derin ve aslında zorunlu sessizliğinin hiç dile getirilmediğin görüyorum. Türkiye’deki gazetecilerin bu alanda ne olduğuna dair en ufak fikirlerinin olduğunu da düşünmüyorum. Fikri olan varsa çıksın konuşsun çünkü benim asıl alanım değil bu işi yapanların konuşması lazım. İş bana kalmamalı.
Yerinde Yetkilendirme: Karar Almayı Alt Düzeylere İndirmek
Yerinde yetkilendirme yönetim ilkesi, karar alma süreçlerinin merkezi otoritelerden alt düzeylere kaydırılmasını ve çalışanların daha fazla inisiyatif almasını teşvik eden bir yaklaşımı ifade eder. Geleneksel bürokratik yapılar, kararların üst kademelerde alınmasını zorunlu kılarak, alt düzey yöneticilerin ve çalışanların hızlı ve yerinde kararlar almasını engeller. Oysa girişimci devlet anlayışında, bu merkeziyetçi yapı yerini, yerel düzeyde daha fazla esneklik ve sorumluluğa sahip yöneticilere bırakır. Bu, hem kararların hızla alınmasını sağlar hem de hizmetlerin yerel ihtiyaçlara uygun şekilde optimize edilmesine olanak tanır.
Yerinde yetkilendirme, karar alma yetkisinin alt düzey yöneticilere devredilmesiyle, bürokrasiyi azaltır ve karar alma süreçlerini hızlandırır. Bu yaklaşım, alt kademelerde çalışanların yetki ve sorumluluklarını artırarak, onların daha proaktif ve etkili olmalarını sağlar. Özellikle kamu sektöründe, yerel düzeyde alınan kararların daha hızlı uygulanabilir olması, hizmet sunumunun kalitesini ve etkinliğini artırır.
Yerinde yetkilendirmenin bir diğer önemli avantajı, kararların alındığı düzeydeki kişilerin, bulundukları yerin özel ihtiyaçlarını daha iyi bilmeleri nedeniyle, daha yerel ve spesifik çözümler üretebilmeleridir. Merkezi yönetimin, her bölgenin kendine has ihtiyaçlarına dair derinlemesine bilgi sahibi olması zordur; bu nedenle, kararların yerinde alınması, bölgesel farklılıkların ve yerel ihtiyaçların daha iyi karşılanmasını sağlar. Yerinde yetkilendirme, ayrıca, çalışanların ve yerel yöneticilerin kendilerini daha değerli ve sorumlu hissetmelerine, dolayısıyla motivasyonlarının artmasına katkıda bulunur.
Türkiye’de, özellikle büyükşehir belediyeleri gibi karmaşık ve geniş kapsamlı hizmet sunan kuruluşlarda, yerinde yetkilendirme ilkesi büyük önem taşımaktadır. Bu belediyeler, farklı bölgelerde çok çeşitli ve birbirinden farklı ihtiyaçları olan geniş bir nüfusa hizmet vermek zorundadır. Merkezi karar alma süreçleri, bu çeşitlilik karşısında yetersiz kalabilir ve hizmetlerin etkinliği azalabilir. Bu noktada, yerinde yetkilendirme ilkesi devreye girerek, yerel yöneticilerin kendi bölgelerindeki özel ihtiyaçları göz önünde bulundurarak daha etkili kararlar almasını sağlar.
Örneğin, İstanbul gibi büyük bir şehirde, ilçeler arasındaki sosyoekonomik ve demografik farklılıklar oldukça belirgindir. Merkezi yönetimin her ilçenin ihtiyaçlarına aynı ölçüde cevap vermesi zor olabilir. Ancak, yerel düzeydeki yöneticilere daha fazla yetki ve sorumluluk verilmesi, bu farklılıkların göz önünde bulundurularak, hizmetlerin daha etkin bir şekilde sunulmasını sağlayabilir. Yerel yöneticiler, kendi bölgelerinde hangi projelerin öncelikli olduğunu, hangi hizmetlerin daha acil olduğunu en iyi şekilde belirleyebilir ve bu doğrultuda hızlı ve yerinde kararlar alabilir.
Yerinde yetkilendirme, yalnızca karar alma süreçlerini hızlandırmakla kalmaz, aynı zamanda yerel yönetimlerin esnekliğini de artırır. Yerel yöneticiler, merkezi otoritenin onayını beklemek yerine, kendi inisiyatifleriyle harekete geçebilir ve böylece daha dinamik bir yönetim modeli ortaya çıkar. Bu esneklik, özellikle kriz durumlarında veya acil müdahale gerektiren durumlarda son derece önemlidir. Yerel yöneticiler, bölgesel krizlere anında müdahale edebilir ve bu süreçte daha etkili çözümler üretebilirler.
Ancak, esnekliğin artışı aynı zamanda sorumluluğun da artması anlamına gelir. Yerel yöneticiler, aldıkları kararların sonuçlarından sorumlu tutulmalıdır. Bu sorumluluk, yerel düzeyde hesap verebilirliği ve şeffaflığı artırır. Yerinde yetkilendirme, sadece merkezi otoritenin yükünü hafifletmekle kalmaz, aynı zamanda yerel yönetimlerin performansını ve halkın hizmetlerden duyduğu memnuniyeti de artırır.
Topluma Dayalı Yönetim: Kontrolü Toplumla Paylaşmak
Topluma dayalı yönetim, bürokratik yapıları aşarak, karar alma süreçlerini toplumla paylaşmayı ifade eder. Bu yaklaşım, yerel halkın ve sivil toplum kuruluşlarının, kamu hizmetlerinin tasarımına ve sunumuna aktif olarak katılmasını sağlar. Türkiye’de, özellikle kırsal bölgelerde ve küçük yerleşim yerlerinde, halkın yerel hizmetlere katılımını artıracak mekanizmalar geliştirilmelidir. Bu konuda çok ama çok eksiğiz. Mahalle konseyleri, yerel kalkınma komiteleri ve benzeri yapılar, karar alma süreçlerine halkın katılımını sağlayarak hizmetlerin daha etkili ve adil bir şekilde sunulmasını mümkün kılabilir ama tabi kurulu olanlr da çalıştırılmak isteniyor mu emin olamıyorum. Bu, aynı zamanda, toplulukların kendi sorunlarına sahip çıkma ve çözüm üretme kapasitesini de artıracaktır.
Topluma dayalı yönetim yaklaşımını geliştirmek için şu noktaları kısaca ele alabiliriz:
- Katılımcı mekanizmaların güçlendirilmesi: Mevcut mahalle konseyleri ve yerel kalkınma komitelerinin yanı sıra, dijital platformlar aracılığıyla vatandaş görüşlerinin alınması, düzenli halk toplantıları ve anketler gibi yeni katılım araçları geliştirilebilir. Bu sayede daha geniş bir kesimin görüşleri alınabilir.
- Eğitim ve bilinçlendirme: Vatandaşların yerel yönetim süreçleri hakkında bilgilendirilmesi ve katılımın önemi konusunda farkındalık yaratılması gerekir. Okullarda ve halk eğitim merkezlerinde bu konuda eğitimler verilebilir.
- Şeffaflık ve hesap verebilirlik: Yerel yönetimlerin karar alma süreçleri ve bütçe kullanımı konusunda şeffaf olması, halkın güvenini artıracak ve katılımı teşvik edecektir. Düzenli raporlama ve açık veri uygulamaları bu amaca hizmet edebilir.
- Yerel kaynakların harekete geçirilmesi: Toplulukların kendi kaynaklarını (insan gücü, bilgi, deneyim) kullanarak projeler geliştirmesi teşvik edilmelidir. Bu, hem yerel sahiplenmeyi artıracak hem de kaynakların daha verimli kullanılmasını sağlayacaktır.
- İşbirlikleri ve ortaklıklar: Yerel yönetimler, sivil toplum kuruluşları, üniversiteler ve özel sektör arasında işbirlikleri geliştirilerek, farklı aktörlerin bilgi ve deneyimlerinden yararlanılabilir.
- Dezavantajlı grupların katılımı: Kadınlar, gençler, engelliler ve azınlık grupları gibi genellikle karar alma süreçlerinde yeterince temsil edilmeyen grupların katılımını artırmak için özel mekanizmalar geliştirilmelidir.
- Teknolojinin kullanımı: E-katılım platformları, mobil uygulamalar ve sosyal medya araçları kullanılarak, özellikle genç nüfusun katılımı artırılabilir ve anlık geri bildirim mekanizmaları oluşturulabilir.
- Yerinden yönetim ilkesinin güçlendirilmesi: Merkezi yönetimden yerel yönetimlere yetki ve kaynak aktarımı artırılarak, yerel düzeyde karar alma mekanizmaları güçlendirilebilir.
- Pilot uygulamalar ve iyi örneklerin yaygınlaştırılması: Başarılı topluma dayalı yönetim uygulamaları belgelenip paylaşılarak, diğer bölgelere ilham kaynağı olabilir ve uyarlanabilir.
- Yasal çerçevenin güçlendirilmesi: Topluma dayalı yönetimi destekleyecek yasal düzenlemeler yapılarak, bu yaklaşımın kurumsal bir zemine oturtulması sağlanabilir.
- Performans değerlendirme ve geri bildirim: Topluma dayalı yönetim uygulamalarının etkisini ölçmek için düzenli değerlendirmeler yapılmalı ve sonuçlar kamuoyuyla paylaşılmalıdır.
Bu geliştirmeler, Türkiye’de topluma dayalı yönetim anlayışının yerleşmesine ve yerel demokrasinin güçlenmesine katkıda bulunabilir. Böylece, hizmetlerin etkinliği artırılırken, toplumsal dayanışma ve katılım kültürü de gelişecektir.
Öngörüye Dayalı Yönetim: Sorunları Önceden Belirleyip Çözmek
İşte bu güzel ülkenin en büyük eksikliklerinden bir tanesi.
Bu yaklaşım, sorunları reaktif bir şekilde ele almak yerine, proaktif bir tutum benimseyerek potansiyel zorlukları önceden belirlemeyi ve bunlara hazırlıklı olmayı amaçlar. Türkiye gibi dinamik ve çeşitli zorluklarla karşı karşıya olan bir ülkede, bu yönetim anlayışının benimsenmesi kritik öneme sahiptir.
Öngörüye dayalı yönetimin etkin bir şekilde uygulanması için, veri analizi ve teknolojik araçların kullanımı büyük önem taşır. Büyük veri analitiği, yapay zeka ve makine öğrenimi gibi ileri teknolojiler, trend analizleri yaparak ve geleceğe yönelik senaryolar üreterek karar vericilere yardımcı olabilir. Örneğin, ekonomi alanında, bu teknolojiler kullanılarak potansiyel ekonomik krizler önceden tahmin edilebilir ve gerekli önlemler alınabilir.
Çevre yönetimi, öngörüye dayalı yaklaşımın önemli uygulama alanlarından biridir. İklim değişikliğinin etkileri, su kaynaklarının yönetimi ve biyoçeşitliliğin korunması gibi konularda uzun vadeli projeksiyonlar yapılarak, sürdürülebilir politikalar geliştirilebilir. Bu sayede, gelecekte ortaya çıkabilecek çevresel sorunlar daha etkili bir şekilde yönetilebilir.
Eğitim sektöründe de öngörüye dayalı yönetim uygulanabilir. Gelecekteki iş gücü ihtiyaçları analiz edilerek, eğitim müfredatları ve mesleki eğitim programları bu doğrultuda şekillendirilebilir. Bu yaklaşım, işsizlik oranlarının düşürülmesine ve ekonomik kalkınmanın desteklenmesine yardımcı olabilir.
Ulaşım ve şehir planlaması alanlarında da öngörüye dayalı yönetim büyük fayda sağlayabilir. Nüfus artışı, kentleşme trendleri ve teknolojik gelişmeler göz önünde bulundurularak, geleceğin şehirleri ve ulaşım sistemleri planlanabilir. Bu sayede, trafik sıkışıklığı, çevre kirliliği ve yaşam kalitesi gibi konularda ortaya çıkabilecek sorunlar önceden öngörülerek çözümler üretilebilir.
Güvenlik ve savunma alanlarında da öngörüye dayalı yönetim kritik öneme sahiptir. Jeopolitik gelişmeler, teknolojik ilerlemeler ve potansiyel tehditler analiz edilerek, ulusal güvenlik stratejileri geliştirilebilir. Bu yaklaşım, ülkenin güvenlik risklerini minimize etmeye ve uluslararası alanda daha etkin bir konumda olmaya yardımcı olabilir.
Sosyal politikalar alanında da öngörüye dayalı yönetim uygulanabilir. Demografik değişimler, göç hareketleri ve toplumsal eğilimler analiz edilerek, gelecekte ortaya çıkabilecek sosyal sorunlara yönelik politikalar geliştirilebilir. Bu sayede, toplumsal uyum ve refah düzeyi artırılabilir.
Öngörüye dayalı yönetimin başarılı bir şekilde uygulanabilmesi için, kamu kurumları arasında etkin bir işbirliği ve koordinasyon sağlanması gerekmektedir. Ayrıca, özel sektör, akademi ve sivil toplum kuruluşları ile işbirlikleri geliştirilerek, farklı bakış açılarından ve uzmanlık alanlarından faydalanılmalıdır.
Pazar Odaklı Yönetim: Pazar Dinamiklerini Kullanarak Sorun Çözmek
Pazar odaklı yönetim ilkesi, kamu sektörünün etkinliğini artırmak ve hizmet kalitesini yükseltmek için özel sektör dinamiklerinden faydalanmayı amaçlar. Bu yaklaşım, devletin tek başına hizmet sağlayıcı rolünden ziyade, piyasa mekanizmalarını düzenleyici ve denetleyici bir role bürünmesini öngörür. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde, bu yönetim anlayışı kamu hizmetlerinin sunumunda verimliliği artırma potansiyeline sahiptir.
Pazar odaklı yönetimin temel unsurlarından biri, kamu-özel sektör işbirliklerinin teşvik edilmesidir. Bu model, özellikle büyük altyapı projelerinde uygulanabilir. Örneğin, şehir hastaneleri, havalimanları ve otoyol projeleri gibi büyük ölçekli yatırımlarda, özel sektörün finansman ve işletme kabiliyetlerinden yararlanılarak, kamu kaynaklarının daha etkin kullanılması sağlanabilir. Ancak, bu tür işbirlikleri tasarlanırken, risk paylaşımı, şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkelerine özen gösterilmelidir. Tabi buralarda projenin dünya standartlarından 3 ila 9 kat daha fazla fiyatlandırılmıyor oluşuna dikkat etmek gerekir…
Rekabet mekanizmalarının kamu hizmetlerine entegre edilmesi, pazar odaklı yönetimin bir diğer önemli boyutudur. Örneğin, belediye hizmetlerinde (çöp toplama, park bakımı vb. örneklerini vermiştik) özel şirketlerin rekabetçi bir süreçle seçilmesi, hizmet kalitesini artırırken maliyetleri düşürebilir. Bu yaklaşım, aynı zamanda yerel yönetimlerin performansını ölçmek için de bir kıyaslama mekanizması oluşturabilir.Ama tabi bu noktanın işin en başından hesaplanması yani şehir kurulum planında öngörülmüş olması verimi artırır. Ki bu durum bizde muhtemelen hiç gelişmemiş, istenmemiş bir noktadır.
Ayrıca bazı iş grupları özel sektöre devredilemeyebilir. Bu alanlarda özel verimlilik yaratacak çalışmaların ortaya konması gerekir. Tabi bu başlı başına yeni bir makale konusu, sadece böyle durumların da var olduğunu bilin ya da bu makale yazılırken bilindiğini ama detaya girilmediğini görün isterim.
Pazar odaklı yönetim, kamu hizmetlerinin fiyatlandırılmasında da etkili olabilir. Örneğin, su ve elektrik gibi temel hizmetlerde, tüketimi optimize etmek ve kaynakların sürdürülebilir kullanımını teşvik etmek için piyasa bazlı fiyatlandırma mekanizmaları kullanılabilir. Ancak, bu tür uygulamalarda sosyal adalet ilkesi göz ardı edilmemeli, düşük gelirli gruplar için destek mekanizmaları oluşturulmalıdır. Ayrıca yeni teknolojilerin uygulanımı ar-ge düzeyinde patent almaya yönelik desteklenmelidir. Mesela siz hiç ülkemizde pil geliştirmye ya da patent almaya yönelik bir çalışma duyuyor musunuz? Duyamazsınız. Neden? Vardır bir sebebi.
İnovasyon ve teknoloji adaptasyonu, pazar odaklı yönetimin önemli bileşenlerindendir. Özel sektörün inovasyon kapasitesinden yararlanarak, kamu hizmetlerinde yeni teknolojilerin ve inovatif çözümlerin uygulanması teşvik edilebilir. Örneğin, akıllı şehir uygulamalarında, özel teknoloji şirketleriyle işbirliği yapılarak, trafik yönetimi, enerji verimliliği ve atık yönetimi gibi alanlarda yenilikçi çözümler geliştirilebilir. Türkiye’de ana hatlar haricince çoğu metropol alanında bırakın teknoloji yerleştirmeyi, araç şarj fişi takacak m2 bile bulunmamaktadır. Yazık.
Pazar odaklı yönetim, kamu kurumlarının performans ölçümünde de yeni yaklaşımlar getirebilir. Özel sektörde kullanılan performans göstergeleri ve değerlendirme yöntemleri, kamu kurumlarına uyarlanarak, hizmet kalitesi ve verimlilik artırılabilir. Bu yaklaşım, aynı zamanda kamu çalışanlarının motivasyonunu artırmak için performansa dayalı ödüllendirme sistemlerinin geliştirilmesine de olanak sağlar. bunun için ise öncelikle torpilin kaldırılması gerekir. Ki yakın dönemde bunun imkansız olduğunu görmekteyiz. Özellikle mikro milliyetçilik ve inanç temelli torpil kaynaklarının ülkeyi kanser gibi sardığını zaten görmkteyiz.
Düzenleyici reformlar, pazar odaklı yönetimin başarılı bir şekilde uygulanması için kritik öneme sahiptir. Gereksiz bürokrasiyi azaltmak, iş yapma kolaylığını artırmak ve piyasa mekanizmalarının etkin çalışmasını sağlamak için yasal ve idari düzenlemeler yapılmalıdır. Bu reformlar, aynı zamanda yolsuzlukla mücadele ve şeffaflığın artırılması için de fırsatlar sunabilir.
Pazar odaklı yönetim, sosyal politika alanında da uygulanabilir. Örneğin, istihdam hizmetlerinde, özel istihdam bürolarıyla işbirliği yapılarak, iş arayanların daha hızlı ve etkin bir şekilde iş bulmaları sağlanabilir. Benzer şekilde, mesleki eğitim programlarında özel sektör ihtiyaçları doğrultusunda müfredatlar geliştirilerek, işgücü piyasasının talepleriyle uyumlu bir eğitim sistemi oluşturulabilir.
Çevre yönetimi alanında da pazar odaklı yaklaşımlar benimsenebilir. Karbon ticareti, geri dönüşüm teşvikleri ve çevre dostu teknolojilerin desteklenmesi gibi piyasa temelli mekanizmalar kullanılarak, çevresel sorunlarla mücadele edilebilir ve sürdürülebilir kalkınma desteklenebilir. Ancak, pazar odaklı yönetim uygulanırken, kamu yararı ve sosyal adalet ilkeleri göz ardı edilmemelidir. Özellikle sağlık, eğitim ve sosyal güvenlik gibi temel hizmetlerde, piyasa mekanizmalarının sınırları dikkatle değerlendirilmeli ve gerektiğinde devlet müdahalesi ile dengelenmelidir.
Ve Yapay zekanın getireceklerine hazırlık. Yakında yapay zeka onlarca mesleği tarihe gömecek. bu işler arasında devlet personellerini de ilgilendiren onlarca farklı başlık olacak. Devlet her şekilde personel sayısı açısından liyakata dayalı şekilde küçültülmelidir. Bunun başlayacağı yerlerden bir tanesi de TBMM olabilir. Neden olmasın?
Girişimci Devlet Anlayışı – 1. Bölüm için Sonuç
Makalenin bir sonraki bölümünde bu süreçleri işletirken nelere dikkat etmek gerekir noktasında önermelerim olacak. Gerçek sonuç bölümünü o makalede yazmak daha doğru olacaktır.
Hoşçakalın.