Biyoloji’nin Strateji, Örgüt Kuramı ve Siyaset Bilimi ile Ne İlişkisi olabilir?
Leigh Van Valen (1973), fosil kayıtlarındaki yok olma oranlarına ilişkin gözlemlerden hareketle, Kızıl Kraliçe hipotezi adını verdiği üst düzey bir evrim kuramı ortaya atmıştır. Bu kuram, ortak bir çevrede etkileşim halinde olan türlerin evrimini açıklamak için tasarlanmıştır. Bu kuramda Van Valen, bir türdeki faydalı evrimsel değişikliklerin diğer türler için olumsuz sonuçlar doğuracağını savunmaktadır.
Buna göre, olumsuz etkilenen türler kendi evrimsel değişiklikleriyle karşılık verecek ve bu da bir dereceye kadar önceki faydalı değişiklikleri ortadan kaldıracaktır. Bu durum, evrimsel süreçte stokastik olarak sabit bir akışa yol açacak ve bazı seviyelerde, taksonların yok olma oranları gibi, yeterince uzun zaman dilimlerinde sabitlik gösterecektir.
Biz örgüt kuramcıları normalde bu konuyu “Nüfus Ekolojisi” kuramı altında inceleriz. Ama o kadar derine inmeye ve sizleri kuramla boğmaya gerek yok (Hele ki son yazımın 33 sayfalık bir Word dosyası olduğunu öğrenen bir dostumun bana yaptığı ince espriye uykumda bile gülüp kendi kahkahama uyandıktan sonra olabildiğince yalın yazma konusunda kararlıyım). Ama inanın konu çok ama çok derin. Biyolojinin tecrübe skalası ortalama 1.5 milyon yıl, insanlarınki ise ortalama (bilinen tarih üzerinden konuşuyorum) ortalama 12.000 yıl.
Sizce hangisi daha tecrübeli?
Neyse biz devam edelim vebu hipotezin ismi nereden geliyor isterseniz önce oradan başlayalım.
Daha çok Lewis Carroll takma adıyla bilinen Charles Lutwidge Dodgson (1832-1898) sadece bir yazar değil, aynı zamanda insan doğasının keskin bir gözlemcisiydi. En ünlü eserleri, zamansız klasikler haline gelen “Alice Harikalar Diyarında” ve onun devamı olan “Aynanın İçinden” kitaplarıdır.
"Arılar hareketsiz kalmak için çok hızlı hareket etmek zorundadır"
David Foster Wallace
Aynanın İçinden’de genç bir kız olan Alice, Kırmızı Kraliçe tarafından çoğumuzun dikkate almadığı önemli bir hayat dersi alır. Alice kendini gittikçe daha hızlı koşarken ama aynı yerde kalırken bulur.
Alice daha sonra düşünürken, bu ana kadar yaşananlara nasıl başladıklarını asla tam olarak anlayamaz: tek hatırladığı, el ele koştukları ve Kraliçe’nin de çok ama çok hızlı gittiğidir ki, ona ayak uydurmak için yapabileceği tek şey daha da hızlanmaktır: ve Kraliçe hala “Daha hızlı!” diye bağırmaya devam eder. Daha hızlı!” diye bağırır ama Alice daha hızlı gidemeyeceğini hisseder, gerçi bunu söyleyecek nefesi de kalmamıştır.
İşin en ilginç yanı, onlar koşarken ağaçların ve etraflarındaki diğer şeylerin yerlerini hiç değiştirmemeleridir: ne kadar hızlı giderlerse gitsinler, hiçbir şeyin yanından geçiyor gibi görünmezler. “Acaba her şey bizimle birlikte mi hareket ediyor?” diye düşünür zavallı şaşkın Alice. Ve Kraliçe onun düşüncelerini tahmin etmiş gibi tekrar bağırır “Daha hızlı! Konuşmaya çalışma!
Sonunda Kraliçe koşmayı bırakır ve Alice’i bir ağaca yaslayarak dinlenmesini söyler
Alice büyük bir şaşkınlıkla etrafına bakınır. ‘Neden, bütün bu zaman boyunca koşarken hala bu ağacın altında olduğumuza inanıyorum! (görüyorum) Her şey eskisi gibi!
“Elbette öyle,” der Kraliçe, “Siz ne yapardınız? diye sorar.
“Şey, bizim ülkemizde,” der Alice, hâlâ biraz soluk soluğa, “bizim yaptığımız gibi uzun süre çok hızlı koşarsan genellikle başka bir yere varırsın.
“Yavaş bir ülke!” der Kraliçe. ‘Şimdi, burada, benim dünyamda da gördüğün gibi, aynı yerde kalmak için yapabileceğin tüm koşuları yapman gerekiyor. Eğer başka bir yere gitmek istiyorsan, bunun en az iki katı daha hızlı koşmalısın!
Peki, sizce bu kadar yoğun metaforlaştırmada kastedilen nedir?. Devam etmeden bir an durup düşünmenizi rica ediyorum. Kastım sizde oluşan izlenimi kısa bir süre için analiz etmeniz.
Bir Hipotezin Psikanalizi: Strateji, Liderlik, STK ve Siyasal Parti Bağı.
Bence bu hipotezin bize öğretmek istediği şey (öyle görünse de) işleri hızlandırarak zorlamamız değil; daha akıllı olmayı, doğru kurallarla öğrenmemiz. Ait olmadığımız yerlerde bilmediğimiz kuralları kendini yok etmek pahasına zorlamamamız. Akıllı insanlar önce kuralları öğrenir. Sonra kurallardan daha hızlı tepkime yaratmayı, “doygunlukla” öğrenmeyi deneyebilir.
Antitez: Gerçek hayatta ya da bir kurumda, "Kızıl Kraliçe Hipotezi" aynı yerde kalmanın geride kalmak anlamına gelmediği anlamına da gelebilir mi?. Demek istediğim şudur: Bir gün daha hayatta (hızlanmadan) kalmak; gelecekte verimli olmak - liyakatı yeniden tasarlamak için, etkileşimde bulunduğumuz sistemlerle birlikte evrimleşmemiz gerektiği anlamına gelebilir mi?
Bu antitezdeki kastım Türkiye şartları, ama sizler kendi şartlarınızın özelinde de bu antitezi değerlendirebilirsiniz.
Eğer tüm hayvanlar aynı oranda evrimleşseydi, türler arasındaki göreceli etkileşimlerde hiçbir değişiklik olmazdı. Ancak, tüm hayvanlar aynı hızda evrimleşmez. Darwin’in gözlemlediği gibi, bazıları diğerlerine göre “değişime daha duyarlıdır”.
Türlerin en güçlüsü ya da en zekisi değil, değişime en duyarlı olanı hayatta kalır Charles Darwin
Değişime daha duyarlı olan türler, rekabet ettikleri türlere karşı göreceli bir avantaj elde edebilir ve hayatta kalma şanslarını artırabilir. Kısa vadede bu küçük kazanımlar çok büyük bir fark yaratmaz, ancak nesiller geçtikçe avantajlar artar.
Girişimcilerden Fortune 500 CEO’larına, çok satan yazarlardan orta düzey yöneticilere, STK liderlerinden siyasal parti çalışanlarına kadar herkes kendi Kızıl Kraliçesi ile iç içedir. Bu durumda daha çok “koşmak” yerine, daha akıllıca “koşmak” iyi olmaz mıydı?
Kırmızı Kraliçe Etkisi Örnekleri:
Deep Simplicity’de John Gribbon kırmızı kraliçe hipotezini kurbağalarla açıklıyor.
Sizler için kısaca özetliyeyim:
Sinekleri yemek isteyen kurbağalar ile yenilmekten kaçınmak isteyen sineklerin etkileşime girdiği pek çok yol vardır. Kurbağalar sinekleri yakalamak için daha uzun diller geliştirebilir; sinekler kaçmak için daha hızlı uçuş geliştirebilir. Sinekler hoş olmayan bir tat geliştirebilir, hatta kurbağalara zarar veren zehirler salgılayabilir ve bu böyle devam edebilir. Bir olasılık seçeceğiz. Eğer bir kurbağanın özellikle yapışkan bir dili varsa, sinekleri yakalaması daha kolay olacaktır. Ancak sinekler özellikle kaygan vücutlara sahipse, dil onlara dokunsa bile kaçmayı daha kolay bulacaklardır. Belirli sayıda kurbağanın bir gölette yaşadığı ve her yıl etraflarındaki sineklerin belirli bir oranını yediği istikrarlı bir durum düşünün.
Bir mutasyon nedeniyle bir kurbağa ekstra yapışkan bir dil geliştirir. Diğer kurbağalara kıyasla daha başarılı olur ve ekstra yapışkan dil genleri kurbağa popülasyonuna yayılır. İlk başta, sineklerin daha büyük bir kısmı yenir. Ancak yenmeyenler daha kaygan olanlar olacaktır, bu nedenle ekstra kayganlık genleri sinek popülasyonuna yayılacaktır. Bir süre sonra gölette eskisiyle aynı sayıda kurbağa olacak ve her yıl aynı oranda sinek yenecektir. Hiçbir şey değişmemiş gibi görünür- ama kurbağaların dilleri daha yapışkandır ve sineklerin vücutları daha kaygandır.
Bu durum her tür kurumda da bu şekilde gelişiyor aslında. Eminim bu durum tanıdık gelmiştir. Mesela Ülkemizde, iş yaptığınız şirketlerde, sevmediğiniz siyasal partilerde ya da verimli olmadığını herkesin bildiği STK’larda..
Başka bir örnek verelim. İlaçlar ve hastalıklar da bir “silahlanma yarışını” temsil edebilir. Ying ve Yang her yerde. Bazen devletler arasında, bazen insan vücudunda, bazense Twitter’a rakip çıkartan İnstagram’da.
Siddhartha Mukherjee, Pulitzer ödüllü kitabı The Emperor of All Maladies‘de (mutlaka okuyun) kırmızı kraliçe hipotezini ilaçlar ve kanser bağlamında tanımlamaktadır. Bu kitabın bu bölümünü sizler için kısaca özetleyeyim.
Ağustos 2000’de, KML teşhisi konan kırk bir yaşındaki Louisiana polisi Jerry Mayfield, Gleevec ile tedaviye başladı. Mayfield’ın kanseri ilk başta hızlı bir şekilde yanıt verdi. Kemik iliğindeki lösemik hücrelerin oranı altı ay içinde düştü. Kan sayımı normale döndü ve semptomları iyileşti; kendini gençleşmiş hissediyordu ancak yanıt kısa sürdü. 2003 kışında Mayfield’ın KML’si yanıt vermeyi kesti.
Houston’da Mayfield’i tedavi eden onkolog Moshe Talpaz, lösemiyi geride bırakmayı umarak Gleevec’in dozunu artırdı, sonra tekrar artırdı. Ancak o yılın Ekim ayına gelindiğinde hiçbir yanıt alınamadı. Lösemi hücreleri kemik iliğini ve kanını tamamen yeniden kolonize etmiş ve dalağını istila etmişti. Mayfield’ın kanseri hedefe yönelik tedaviye dirençli hale gelmişti.
“Anlaşıldığı üzere o zamanlar hedefe yönelik tedavi bir kedi-fare oyunuydu. Kanserin Aşil topuğuna sayısız ok yöneltmek mümkündü ama hastalık ayağını kaydırıp bir zafiyeti başka bir zafiyetle değiştirebilirdi. Uçucu bir savaşçı ile sürekli bir savaşın içindeydik.”
“KML hücreleri Gleevec’i defettiğinde, sadece farklı bir moleküler varyant onları alt edebilirdi ve bu ilacı aştıklarında, yeni nesil ilaca ihtiyacımız olacaktı. Bir an için bile olsa uyanıklık bırakılırsa, savaşın ağırlığı değişecekti”.
Evet, çok acı.
Lewis Carroll’un Aynanın İçinden adlı eserinde; “Kırmızı Kraliçe” Alice’e dünyanın ayaklarının altından o kadar hızlı kaydığını söyler ki, sadece pozisyonunu korumak için koşmaya devam etmesi gerekir. Kanserle ilgili çıkmazımız da budur: sadece sabit kalmak için koşmaya devam etmek zorunda kalırız.
Tekrar ediyorum, bu durumlar sadece doğada yaşanmıyor, iş dünyasında, sivil toplum çalışmalarında ve siyasette de kızı kraliçe hipotezinin pek çok örneği var.
İsterseniz bir de Warren Buffet’in sözlerindeki analiz kapasitesine göz atalım. Warren Buffett tekstil sektöründeki göreceli konumunu korumak için gereken sermaye yatırımını anlatırken şöyle yazmıştı:
Yıllar boyunca, tekstil operasyonunda değişken maliyetleri bir miktar azaltmamızı sağlayacak büyük sermaye harcamaları yapma seçeneğimiz oldu. Bunu yapmak için yapılan her öneri hemen kazanacakmış gibi görünüyordu. Standart yatırım getirisi testleriyle ölçüldüğünde, aslında bu teklifler genellikle yüksek kârlılık oranına sahip şekerleme ve gazete işlerimizdeki benzer harcamalardan elde edilecek ekonomik faydadan daha fazlasını vaat ediyordu.
Ancak bu tekstil yatırımlarından elde edileceği vaat edilen faydalar yanıltıcıydı. Hem yerli hem de yabancı birçok rakibimiz aynı türden harcamalara girişti ve yeterli sayıda şirket bunu yaptığında, azalan maliyetler sektör genelinde fiyatların düşmesi için temel oluşturdu. Tek tek bakıldığında, her şirketin sermaye yatırımı kararı uygun maliyetli ve rasyonel görünüyordu; toplu olarak bakıldığında, kararlar birbirini etkisizleştiriyor ve irrasyonel oluyordu (tıpkı bir geçit törenini izleyen her kişinin parmak uçlarında durursa biraz daha iyi görebileceğine karar vermesi gibi). Her yatırım turundan sonra, tüm oyuncuların oyunda daha fazla parası oldu ve getiriler anemik (zayıf) kaldı.
Başka bir deyişle, sektördeki göreceli konumunuzu korumak ve oyunda kalmak için giderek daha fazla paraya ihtiyaç duyulmaktadır. Bu durum tekrar tekrar yaşanır ve beraberinde birçok dalgalanma etkisi getirir. Örneğin, zayıf bir sektörde göreceli konumunu koruyarak dikkati dağılan şirket, kaynaklarını sermayeden zayıf bir getiri elde edeceği neredeyse kesin olan bir konuma yerleştirir.
Peki aynı şey insanlar için geçerli değil mi? Ya da siyasi partiler? Ya da krizlere anlık tepki üretemeyen STK’lar? Sanırım konu gözünüzde daha net canlanmaya başlamıştır.
Hatta günümüz Türkiye’sinden örnek verelim. Enflasyon da bir Kırmızı Kraliçe Etkisine neden olur.
Günümüzde ne yazık ki, şirket mali tablolarında bildirilen kazançlar artık siz şirket sahipleri için gerçek kazanç olup olmadığını belirleyen baskın değişken değil. Çünkü yalnızca satın alma gücündeki kazançlar yatırımdan elde edilen gerçek kazancı temsil eder. Eğer (a) bir yatırımı satın almak için on hamburgerden vazgeçerseniz; (b) vergiden sonra iki hamburger alan temettüler alırsanız ve (c) elinizdekileri sattığınızda, vergiden sonra sekiz hamburger alacak gelir elde ederseniz, o zaman (d) dolar cinsinden ne kadar değer kazanmış olursa olsun, yatırımınızdan gerçek bir gelir elde etmemiş olursunuz. Kendinizi daha zengin hissedebilirsiniz ama daha zengin beslenemezsiniz.
Yüksek enflasyon oranları, sermaye üzerinde bir vergi yaratarak, en azından sahiplere pozitif bir reel yatırım getirisi kriteri ile ölçüldüğünde, birçok kurumsal yatırımı mantıksız hale getirmektedir. Bu “engel oranı”, yani bir şirketin bireysel sahiplerine herhangi bir reel getiri sağlayabilmesi için elde etmesi gereken öz sermaye getirisi, son yıllarda dramatik bir şekilde artmıştır. Vergi ödeyen ortalama bir yatırımcı, artık yukarı doğru ilerlemesinin sıfır olduğu noktaya kadar hızlanan bir yürüyen merdivende koşmaktadır.
Peki ya Firmalar, STK’lar ve Siyasi Partiler?
Firmalar, STK’lar ve Siyasi Partiler söz konusu olduğunda, şirketler rekabetçi kalabilmek için ürün veya hizmetlerini sürekli olarak değiştirmeli ve geliştirmelidir (çünkü çoğu durumda her şey hayatta kalmakla ilgilidir).
Ancak ayakta kalmanın tek yolu hayatta kalmak mıdır? Yeterince çalıştığınızı ne zaman anlarsınız? Bence ‘Kırmızı kraliçe etkisi’ terimi her ticari sektörde, siyasette ve STK çalışma alanlarında başarı ve hayatta kalma ile eş anlamlı hale geldi.
Peki, kırmızı kraliçe hipotezi kurumları nasıl etkiler ve bundan nasıl kaçınabilirsiniz? Bir sonraki bölümde kırmızı kraliçe hipotezinin, ticari işletmeler, siyasal partiler ve sosyal hareketlerle nasıl ilişkide olduğu ve en önemlisi bu hipotezin tuzağına düşmekten nasıl kaçınılacağını açıklayalım.
Kırmızı Kraliçe Hipotezinin Olumsuz Etkilerinden Nasıl Kaçınılır?
Kırmızı kraliçe etkisi o kadar da kötü bir şey değilmiş gibi gelebilir- sonuçta her kurum yenilik yapmak ve bir adım önde olmak istemelidir. Ancak dikkatli olmazsanız bu durum bir tuzağa dönüşebilir. Düzeyli bir oyun alanında rekabet etmek yerine, kendinizi hiç bitmeyen bir uyumlanma ve yenilik döngüsünde kaybolmuş bulabilirsiniz, bu da tükenmişliğe ve hayal kırıklığına yol açabilir. İşte işletmenizin kırmızı kraliçe hipotezi tuzağına düşmesini önlemek için bazı ipuçları:
Pazar Fırsatları Üzerine Strateji Oluşturun
Kırmızı kraliçe etkisinden kaçınmanın ilk adımı, bir adım geri çekilip sektör bağlamına bakmaktır. Rakipleriniz ne yapıyor? Yararlanabileceğiniz sektörel koşullar veya trendler var mı? Sektörünüzün pazar konumuna bakın ve sektör büyümesi için potansiyel alanları belirlemeye çalışın. Bu, işletmenizin nereye uyum sağlayabileceğini ve piyasada ne gibi fırsatlar olduğunu daha iyi anlamanızı sağlayacaktır.
Teknoloji alanında sektör trendleri hızlı ilerler ve bunlara ayak uydurmak zor olabilir. Pazar fırsatlarını değerlendirirken yavaşlamak ve acele etmemek çok önemlidir- hazır olmadığınız bir şeye girmek istemezsiniz.
Rekabetten Farklılaşın
Bir pazar fırsatı veya sektör trendi belirledikten sonra, kendinizi rakiplerinizden ayırmanın zamanı gelmiştir. Farklı bir kimlik oluşturarak kendinizi rakiplerinizden öne çıkarmayı düşünün. Rakiplerinize karşı size avantaj sağlayacak şekilde işletmenizi konumlandırmanın yollarını bulun. Bu, yeni bir ürün veya hizmet sunmaktan sektör lideri müşteri hizmetleri ve destek standartları belirlemeye kadar her şey olabilir.
Kendinize kurumunuzu benzersiz kılanın ne olduğunu ve kendinizi pazarda nasıl farklılaştırabileceğinizi sorun. Farklı bir şey yapmak ve proaktif olmak, tepkisel uyum ve yenilikçilik döngüsüne sıkışıp kalmak yerine size rakipleriniz karşısında bir avantaj sağlayarak kırmızı kraliçe etkisi tuzağından kaçınmanızı kolaylaştırır.
Çok Uzun Süre Hareketsiz Oturmayın
Kırmızı kraliçe etkisinden kaçınmanın anahtarı hareket etmeye devam etmektir- ama çok hızlı değil. Rekabette öne geçmek isterken, bir şeye acele etmek ve bunalmak istemezsiniz. Aynı yerde çok uzun süre kalırsanız, geride kalma riskiyle karşı karşıya kalırsınız. Örneğin, yeni bir ürün piyasaya sürmek için bir fırsat görüyorsanız, çok uzun süre beklemeyin, aksi takdirde pazar doygunluğa ulaşabilir. Demir sıcakken dövülmeli ve hızlı hareket edilmeli, ancak bunu analiz odaklı bir şekilde yapmalısınız. Her sektörün analiz birimleri farklılaşacaktır. Dolayısıyla burada seçim sizin. Ha bana sorarsanız ben ister STK olun ister siyasal parti ya da yerel bir şirket, mutlaka danışmanlık hizmeti alın derim.
Aynı zamanda, kendinizi rekabete fazla kaptırmayın- sektörünüzdeki diğer oyuncuların ne yaptığına odaklanmak cazip gelebilir, ancak bu başka yerlerdeki fırsatları tespit etmenizi engelleyebilir. Rekabetin ve pazar trendlerinin farkında olun, ancak bunların stratejinizi tamamen belirlemesine izin vermeyin.
Ruh Sağlığına Öncelik Verin
Ekibiniz başarının anahtarıdır, bu nedenle herkesin mutlu ve sağlıklı olmasını sağlamak çok önemlidir. Uzun saatler çalışmak ve sürekli daha fazlası için çabalamak zarar verebilir, bu nedenle düzenli molalar vermek ve ekibinizin gerekli kaynaklara sahip olmasını sağlamak çok önemlidir. Bunu yapmanın çeşitli yolları vardır:
- Esnek çalışma saatleri ve uzaktan çalışma seçenekleri sunmak
- İşi daha etkin bir şekilde delege etmek
- Ekibinizin bunaldığını hissettiğinde ulaşabileceği bir destek sistemi sağlamak
Bu noktaya daha geniş bir bakış açısı ile bakarsak ise kuruluşunuz içinde iş birliğini ve büyümeyi teşvik etmek de önemlidir. Ekip üyelerinin becerilerini öğrenmelerine ve geliştirmelerine izin verin, bu da motivasyonlarını ve bağlılıklarını korumalarına yardımcı olacaktır. Son olarak, hedeflerinizi ve amaçlarınızı düzenli olarak ileterek herkesin aynı sayfada, yaklaşık aynı satırdan haberdar olduğundan emin olun.
Yenilikçi Olun
Yenilikçilik (İnovasyon) kırmızı kraliçe etkisinden kaçınmak için hayati önem taşır. Yenilikçilik ve ileri görüşlülük yoluyla başarıya ulaşmak için çabalamak, rekabette bir adım önde olmanıza ve işletmenizin güncel kalmasına yardımcı olacaktır. Yeni fikirleri test edip yineleyebileceğiniz bir yaratıcılık ve beyin fırtınası ortamını teşvik edin. Sektörünüzdeki sorunları çözmek için yeni ve heyecan verici yollar arayın ve risk almaktan korkmayın. Yeniliğin en önemli kaynağının liyakatli insanlar olduğunu da unutmayın ve onları el üstünde tutun.
Fikirleri Eyleme Dönüştürün
Bir fikir ancak uygulandığı kadar iyidir, bu nedenle yeni bir fırsat veya trend belirlediğinizde rafta bekletmek yerine harekete geçin. Örneğin, yeni bir ürün veya hizmet geliştirdiyseniz, bunu hayata geçirmek için zaman ve kaynak ayırın. Risk alma cesaretine sahip olun ve yenilikçi fikirleri denemekten korkmayın- neler olabileceğini asla bilemezsiniz. Ayrıca bir kez daha tekrar edeyim, özellikle bu noktada sektör uzmanlarından yardım istemekten veya rehberlik sağlayabilecek akıl hocaları ve danışmanlar aramaktan çekinmeyin.
Bu tip insanlar halihazırda çevrenizde oalbilir, hatta ummadığınız kişiler bile olabilir.
Bakmak ile görmek arasındaki farkı asla es geçmeyin. Bakıp göremeyenler için kayıplar bir ömre ya da karmaya bedel olabilir.
Belki de Kızıl kraliçe hipotezinde açıkça konuşulmayan ama dikkat edilmesi gereken en önemli nokta budur.
Barış için çay saati. Hoşçakalın.