Giriş
Normal şartlarda bu yazıya konu olan Netflix dizisini izlemeyi planlamıyordum. Tahminlerim şu şekildeydi: Bu dizide “Olası” bir 3. Dünya Savaşı’nın tarafı olması muhtemel günümüz Çin devletinin sahibi olduğu komünist devrim, Hollywood tarafından tüm karanlık yönleriyle ele alınacak ve daha sonra batı propagandasına dönüştürülen klasik bir Netflix yapımıyla karşılaşacağız. Ama sonra şunu da hesaba katmaya karar verdim: Zaten üç kitabı da okumuştum. Yani diziyi ilk kez ekranda görmüyor olacaktım. Analizi basit olmalıydı. Ayrıca dizi, yazmayı bitirdiğim ama çıkartmam farklı dış sebepler dolayısıyla şimdilik “ertelenen” “Türk Teolojisinin Kuantum Kurgusu” isimli kitabımın yaratabileceği olası sonuçları gözlemlemek adına iyi bir oyun kuramı test alanı yaratmış olabilirdi.
Buna ek olarak dizinin yayına gireceğini ilk duyduğumda içimde kuvvetli bir yanlışlama hissi doğdu. Üçleme olarak piyasada olan bu kitap serisinin olduğu gibi televizyona aktarılmasının imkansız olduğuna inanıyordum. Eğer üçlemeyi okuduysanız, dizinin 2. ve 3. sezonlarında; serinin 2. ve 3. kitapları aynen ele alınarak sıralanırsa şu anki bütçelerinin en az 4 katı para harcamaları gerekir. Bu yüzden de önce isteksizce dizinin sadece ilk 5 dakikasına baktım ve o anda diziye bakmadan önceki propaganda temelli fikirlerimin doğru olduğunu ilk 1 dakikada gördüm fakat yönetmenlerin konuyu ele alışındaki korkusuz gerçeklik düzeyi beni gerçekten etkiledi. Doğruya doğru…
Evet, propaganda yüklü bir giriş ama en azından gerçek. Korkaklık yok. Dizi cesareti ele almış şekilde başladı ve doğrusu da bu olmalı. Çünkü bu üçlemeyi başka türlü çekemezsiniz. Ayrıca burada gördüklerim bana darbeler vasıtası ile bu ülkenin asil Türk evlatlarına uygulanan tarihsel şiddeti de anımsattı. Bu sarmalı başlatanlar zamanında oldukça başarılı olmuştu. Bir kısmı öldürüldü ve bir kısmı da içine kapanarak yıllarca konuşmadı. Tabii ki bu tür bilişsel oruçların karmik etkileri, bu tür hareketleri planlayan orta zekalılar tarafından asla öngörülemezdi. Öngöremediler de. Demek istediğimi 2026 ve ardından da 2029’dan itibaren net şekilde görmeye başlayacaklarını tahmin ediyorum.
Şunu da belirtmeliyim ki bu makaleyi yazmak için ilk sezonun tamamını izlemem gerekiyordu. Evet, dizi X2 hızda hızlıca izlendi ama hala şu konuda fikrim değişmedi. Diziyi izleseniz bile kitapları okumanız gerekir. Sonuçlar aynı gibi görünse de yollar çok farklı. Bu neyi mi değiştirir? Aslında çok şeyi zaten değiştirmiş.Bundan bahsedeceğiz.
Tabi her şey diziyi izlememle başlamadı. Geçmiş yıllarda “akranlarım” beni Liu’nun “Üç Cisim Problemi” kitabını okumam için açıkça zorlamamış olsalar da, aralarında kitapla ilgili gözle görülür bir heyecan vardı. Okunmamış devasa kitap yığınımla bile ortak bir edebi yolculuğa çıkmanın cazibesine karşı koyamadım. İlk gözlemim de şu olmuştu. “Visitors” dizisinin kökünde yatması gereken olaylar kurgusu bu kitapların içerisinde gizliydi. Aliens üreticileri o seriyi üretirken bu kitap serisinde bulunan benzer bir mantık kurulum yazımını es geçmişti. Bunu çocukken de eleştirmiştim: “Yapımcılar bize Visitors hakkında neden daha detaylı bilgi sunmuyorlar?”. Benzer şekilde düşmanının düşürdüğü silahı yanına almayan film ve dizi karakterlerini de hala anlayamıyorum. Saçma.
Tabi geçmişte bilimkurgu, Asimov, Dick, Le Guin ve Herbert gibi yazarların yazılarını okumaya devam eden birkaç sadık okuyucu sayesinde popüler bir tür olarak kalmıştı. Bilimkurgu sadece son zamanlarda bir rönesans yaşıyor ve modern kültürde önde gelen bir tür olarak yerini aldı. Bu yeniden dirilişin en iyi örneği “Dune “un gişedeki başarısı ve ardından gelen çoklu platform uyarlamaları ve yeniden canlandırmalarla diğer medya üzerindeki etkisidir. Netflix’te yayınlanan “The Three Body Problem” dizisinin yarattığı heyecan bu durumu daha da artırdı. Bu tip dizilerde verilmek istenen siyasi mesajların , rating artışı dolayısıyla yeni dizilere çok daha net şekilde yerleştirileceğini tahmin ediyorum.
Konuyu ele almaya başlamadan şunu da belirtmeliyim ki sıklıkla farklı türleri okumayı tercih etsem de, bilim kurguyu her zaman aktif olarak aradım ama bu türün edebi değerini de sıklıkla dengesiz buluyorum. Bilimsel fikirler ve anlatı karmaşıklığı arasında bir denge kurmaya çalışmak tehlikeli olabilir; bu, bir unsuru diğerine tercih eden eserlere yol açıyor. Ancak “Üç Cisim Problemi” sınıflandırmaya direniyor ve genellikle bilim kurgu yazımıyla ilişkilendirilen kısıtlamaları aşıyor. Spekülatif bir bilim temeline sahip olmasına rağmen, “Üç Beden Problemi” serisi; (kitap yazımı özelinde) okuyucuyu içine çeken ve onu uzun zamandır okuduğum en büyüleyici bilimkurgu kitaplarından biri haline getiren eşsiz bir zarafet ve derinliğe sahip.
Sanırım artık öncüller hakkındaki detayları bitirip, yapıyı bütünüyle ele almaya başlayabiliriz.
Üç Cisim Problemi Neyi Anlatıyor?
Öncelikle dizinin resmi spoilerini izlemeniz gerektiğini düşünüyorum. Bu kısa tanıtımı izledikten sonra yazıyı okumaya devam etmemiz, özellikle konu hakkında bilgisi olmayan okuyucuların konuyu algılayabilmesi için oldukça anlamlı olacaktır. Buyrunuz:
Üç Cisim Probleminin hikayesi, Çin’in siyasi huzursuzluk ve yoğun ideolojik coşkuyla karakterize edilen çalkantılı bir dönemi olan “Kültür Devrimi” sırasında geçiyor. Babası, fizik ve bilime olan sarsılmaz bağlılığının bir sonucu olarak sonunda devrimciler tarafından hayatını kaybeden Ye Wenjie ile tanışıyoruz. Bilimsel ilkelerin siyasi ve ulusal sınırları aştığına dair inancı, insanların en güçlü inançlar tarafından bile ideolojik coşkunun acımasızlığından korunamadığı zamanların kaosunun dokunaklı bir yansımasıdır.
Babasının korkunç ölümünden sonra Wenjie, İç Moğolistan’ın kaosuna atılır ve olası bir Kuzey istilası beklentisiyle bölgeyi ağaçlardan temizlemek gibi yıkıcı bir göreve atanır. Ancak genç bir gazeteciyle tanışması ve yasaklı bir metin olan Carson’ın “Sessiz Bahar” kitabıyla karşılaşması kaderini değiştirir. Wenjie, uyumluluk ve meydan okuma arasında bir karar vermek zorunda kalır. Bilimle uğraşmayı seçer ve bu da onu tehlikeli ve ilginç bir yola sürükler. Spoiler vermeden bu kadar anlatabilirim. Top sizde.
Ardından günümüzde nano parçacıklarla çalışan bir nano teknoloji bilimcisi olan Wang Miao ile tanışıyoruz. Ama onun da araştırmaları gizemli bir geri sayımın açıklanamayan halüsinasyonlarıyla gölgelenir. Tedirgin edici deneyimleri, önde gelen bilim insanlarının gizemli ölümleri ve onu sürekli izleyen tehditkâr “özel” polis memuru tarafından daha da kötüleştirir. Wang bu olayları çevreleyen gizemi daha fazla araştırdıkça, gezegendeki en parlak beyinlerden oluşan gizli bir ağın, insanlığın hayatta kalması için önemli sonuçları olan karmaşık bir matematik bulmacası olan üç beden problemine dayanan yüksek riskli bir oyun oynadığını keşfeder.
İnsan anlayışının ötesinde bir uzaylı istilası tehdidi, bu karmaşık entrika ağının merkezinde büyük bir yer kaplamaktadır. Sanal gerçeklik oyunu ile üçlü yıldız sisteminin yarattığı varoluşsal tehdit arasındaki ilişki, bulmacanın parçaları bir araya gelmeye başladıkça daha da belirginleşir. Liu, özenli hikâye anlatımı ve ustalıklı anlatım işçiliğiyle bilim, politika ve insan doğasına dair farklı konuları ustalıkla bir araya getirerek, varoluşun karmaşıklığı ve belirsiz bir evrende anlam arayışına dair ilgi çekici bir keşif sunuyor. Kitaplarda da bunu hissediyorsunuz. Dizide ise akışta bu durum kırpılmış durumda. Sanki dizi izleyicileri için bu kadarı yeter denmiş.
“Üç Beden Problemi” ifadesi ilk başta, kendi başına zor bir girişim olan birkaç insan bedenini denetlemenin içerdiği zorlukları çağrıştırıyor. Ancak kitap çok daha ileri giderek, fiziksel bedenler dünyasını aşan kozmik bir muammanın karmaşıklıklarını inceliyor. Cixin Liu, (kitaplarında) -okuyucuları- bilim, politika ve varoluşsal tehditlerin birleşiminin insanlığın doğası ve evrendeki yeri hakkında derin sorulara yol açtığı bir dünyaya, büyüleyici bir hikâye anlatımı ve bilimsel tahminlerin ustaca karışımıyla mest ediyor. Gene de temel kuantum kuramı bilginizin olması sizi dizide daha rahat hissettirecektir.
Bununla birlikte, bilimsel varsayımların yüzeyinin altında, Ye Wenjie gibi insanların geçmişlerinin ağırlığı ve ahlaki belirsizlikle mücadele ettiği zengin bir insanlık açmazı var. Wenjie’nin kederli bir bilim insanından insanlığın hayatta kalmasının isteksiz bir destekçisine dönüşümü, kitabın zorlu ahlaki muammaları ve insan ruhunun kalıcı gücünü incelemesinin kanıtı. Onun gözünden baskı ve ötekileştirmenin acımasız gerçekliğinin yanı sıra empati ve bağ kurmanın dönüştürücü potansiyelini de görüyoruz. Âmâ tabi bunun kime faydası var? Dünyanın ömrü (dizide) teorik olarak 400 yıla inmiş durumda ve insanlık bunu biliyor. Düşünsenize biz ne yapardık?
Dizi versiyonuna baktığımızdaysa, “Üç Beden Problemi” güç yapıları arasındaki ilişkiler ve ideolojik anlaşmazlığın etkileri üzerine dokunaklı bir yansıma sunuyor. Farklı görüşleri nedeniyle dışlanan Ye ailesinin çektiği acılar, toplumdaki marjinal grupların karşılaştığı daha büyük zorlukları temsil ediyor. Romanlarda ise insan doğasının karanlık dehlizlerini keşfederek, gerilimler yükseldikçe ve bağlılıklar değiştikçe türümüzün karmaşıklıklarını ve içsel kırılganlıklarını ortaya çıkarıyor. Öyle ki bu kırılganlıklar tüm insanlığı dünyanın sonunu getirmeye yaklaştırıyor. İşte bu da dizide belirtmemişler ama kelebek etkisi diyebiliriz.
“Üç Cisim Problemi”, karakterlerin kozmik keşif hikayesinin habercileri olarak hareket ettiği ve evrenin kendisinin merkezde yer aldığı geniş kapsamı nedeniyle cazip. Hikâye, okuyucuları bir evren içindeki belirli karakterlere odaklanmak yerine, önce evreni ve onun geniş manzarasında yaşayan karakterleri hayal etmeye davet ediyor. Bu yöntem hikâyeye ihtişam ve derinlik hissi verirken okuyucuları hayatın ve gerçekliğin büyük resmi hakkında düşünmeye teşvik etmiş olabilir.
Kış uykusu teknolojisi Cixin Liu tarafından ustaca entegre edilmiş ve karakterlerin evrenin yaşı içinde büyük mesafeler ve çağlar arasında seyahat etmesini sağlıyor. Bu olay örgüsü aygıtı hikâyeye daha fazla karmaşıklık katarken kozmik temaları keşfetmeyi de kolaylaştırıyor. Yine de, Üç Cisim Probleminin uzay aracı fiziği ve mekaniğinin en küçük ayrıntılarını araştıran sert bir bilim kurgu olduğunu unutmamak önemlidir. Her okuyucu bu detay seviyesini çekici bulmayacak olsa da hikâyenin derinliğine ve gerçekçiliğine katkıda bulunuyor ve entelektüel açıdan daha teşvik edici hale getiriyor.
Kitabın son derece gelişmiş dünya dışı uygarlıkları tasvir ederken bile fizik yasalarını takip etmesi takdire şayan. Kuantum dolanıklığından nano teknolojiye kadar romanın her unsuru, bugün anlaşıldığı şekliyle evrenin nasıl işlediğini yansıtan, savunulabilir bilimsel teorilere dayanmakta. Bilimsel kesinliğe olan bu adanmışlık, okuma deneyimini geliştiriyor ve hikâyeye inandırıcılık katarak okuyucuları gelişmiş uygarlıkların ve kozmik sosyolojik yapıların olasılıklarını düşünmeye teşvik ediyor.
Drake denkleminin ve Fermi paradoksunu çevreleyen gizemin incelenmesi, okuyucuların dünya dışı yaşam olasılığını ve devam eden arayışımızın sonuçlarını düşünmelerini sağlayarak anlatıyı daha da güçlendiriyor. Kitapta yer alan ve tüm uygarlıkların olası avcılardan saklandığı korkunç bir dünya imgesi sunan karanlık orman teorisi, dünya dışı yaşamın varlığına dair kanıt bulunamamasına dair aydınlatıcı bir açıklama getiriyor. İnsanlığın evrendeki yerinin doğası ve bilgi ve keşifle ilgili tehlikelere ilişkin derinden hissedilen endişeler, varoluşsal temaların bu araştırmasıyla gündeme getiriliyor. Bu konu aslına dinlerde de zaman zaman ele alınmış konular ama teolojinin ötesinde bu noktayla ilgilenen kurumlar sadece dizi ve film yapımcıları. İlginç değil mi?
Şimdi sizlerle konuyu çok derinleştirmeden (çünkü ya diziyi izlemeli ya da kitapları okumalısınız) kitabın ve televizyon dizisinin iyi, kötü ve çirkin yönlerini paylaşayım.
İyi (Üç Cisim Probleminde Yazarın Ağırlığı)
“Üç Cisim Problemi”, bilimkurgu türünün zamansız çekiciliğinin bir kanıtı. Ustalıklı hikâye anlatımı ve zor konuların kışkırtıcı incelemesiyle okuyucuları kendine çekiyor. Bilimkurgu için çok yüksek standartlara sahip olmasam da bu kitap-lar kesinlikle kıstaslarımı karşılıyor. Netflix ve diğer mecralardan film olma potansiyeliyle de harika eleştiriler ve ilgi gördü. Yeni sezonlarda da daha fazlasını göreceğinden eminim.
“Üç Cisim Problemi”, Batı bilim kurgu normlarından sapan ve Clifford Simak gibi yazarların eserlerini anımsatan benzersiz anlatı ritmiyle öne çıkıyor. Bu ritmik hikâye anlatımının okuyucuları sürüklediği zaman ve mekân yolculuğu, varoluşun doğası ve insanlığın evrendeki yeri üzerine düşünmeye teşvik ediyor. Ama bunun için tarih bilginizin, kuantum fiziği bilginizim ve yüksek siyaset bilginizin olması gerekebilir. En azından bunlar olur ise aldığını keyif artar. Ben gene de sonuç bölümünde bu noktalarla ilgili birkaç spekülatif yorum yaptım. Onları da okuyabilirsiniz.
Buna ek olarak, romanın zengin fikir dokusu siyaset, kozmosun gizemleri, oyun teorisi ve gelecekteki teknolojik gelişmeler gibi çok çeşitli konuları kapsıyor. Ancak bu temalar hikâyenin dokusuna ustalıkla yedirilmiş ve okuyucuları baş döndürücü bir kavramlar dizisiyle bunaltmak yerine okumayı geliştiren organik bir bütünlük yaratılmış. Bu açıdan düşününce de tebrikler!
Her sayfaya nüfuz eden, okuyucuları koltuklarının kenarında tutan ve ileride ne tür kıvrımlar ve dönüşler olduğunu merak ettiren gerilim duygusu, muhtemelen en heyecan verici olanıdır. Okuyucular, yazarın gerilim ve entrikayı ustalıkla kullanması sayesinde her bir ifşaatla hikâyenin karmaşık ağının daha da derinlerine çekiliyor. Bu yüzden de diziyi, dokusu kitaplardan daha az derin olmasına rağmen izlediğim için pişman değilim.
Kötü
“Üç Cisim Problemi” mükemmel hikâye anlatımı ve kışkırtıcı temalarına rağmen kendi payına düşen sorunlara sahip. “Deus ex machina” anlatım aracının sürekli kullanımı -görünüşte aşılamaz gibi görünen sorunların bağlantısız veya beklenmedik bir müdahale ile aniden ve uygun bir şekilde çözülmesi- ben de dahil olmak üzere bazı okuyucular için sürükleyiciliği azalttı. Kullanımı kolay anlatı araçlarına olan bu bağımlılık zaman zaman yapay gelebiliyor ve hikayedeki çatışmaların ve çözümlerin önemini azaltabiliyor.
Buna ek olarak, yazarın olay örgüsünü ne kadar şanslı tesadüflerin ya da “mucizelerin” ilerlettiğini itiraf ederek dördüncü duvarı yıktığı zamanlar da var. Bu öz farkındalık öyküye bir meta-yorum katmanı kazandırsa da öykünün olay örgüsünün ne kadar zaman zaman tesadüflere bağlı olduğunu da hatırlatıyor. Üzgünüm.
Ancak “Üç Cisim Problemi” bu kusurlarına rağmen yine de sürükleyici bir bilimkurgu eseri. Bilimkurgunun gerçekliğe sıkı sıkıya bağlı olmaktan ziyade fantezi ve hayal gücüne daha yakın bir tür olduğunu akılda tutmak gerekli. Bu nedenle, okuyucular hikâyenin daha büyük temaları ve fikirleri lehine tek tük anlatı kolaylıklarını göz ardı etmeye istekli olabilirler. İzlenme dakikasının artması için üreticiler böyle zaafları bilerek olduğu gibi bırakırlar. Ama efsane olmak ile çok ilgi çekici olmak arasında fark var ve bu farkı iş işten geçtikten sonra fark edersiniz.Müzikte de böyledir.
Kitabın, özellikle “Çin Kültür Devrimi’nin” dehşetinin nasıl tasvir edildiği söz konusu olduğunda, grafik ve hassas materyallere sahip olduğunu da belirtmeliyim. Özellikle ilk bölümde bazı okuyucuların üzücü bulabileceği grafik sahneler var. Bununla birlikte, bu bölümün atlanması okuyucunun hikâyeyi bir bütün olarak anlamasını azaltmaz çünkü bu olayların sonuçları, karakterlerin niyetlerini ve davranışlarını etkileyerek olay örgüsüne dahil edilmiş.
Çirkin
Üç Cisim Probleminde sunulduğu şekliyle Karanlık Orman Teorisinin – hipotezinin nüanslarını keşfetmek ilginç olsa da iç çelişkileri aramak için önermeyi ayrıca incelemek adil olur. Romanın yaratıcı hikayesi ve düşündürücü temaları şüphesiz okuyucuları cezbediyor, ancak Karanlık Orman teorisinin altında yatan fikir daha yakından incelenmeyi hak ediyor. Bu konu hakkında yazdığım bir yazı bu blog içerisinde halihazırda bulunmakta.Bu sefer link bırakmıyorum, ilgilenen kendisi göz atsın 😉
Dizide sık sık üzerinde durulan ve uzaydaki yaşam formlarının nüfuslarını hesaplamak için kullanılan matematiksel bir formül olan Drake denklemine göre, Samanyolu galaksisinde yaşayan, iletişim kuran dünya dışı uygarlıkların olması güçlü bir olasılıktır. Ancak, evrenin genişliğine ve yaşanabilir gezegenlerin olası bolluğuna rağmen, bugüne kadar yaptığımız gözlemler dünya dışı yaşama dair herhangi bir somut kanıt ortaya koymamıştır (Bu konuda en deneyimli veri kaynakları askeri istihbarat radarları ve sonarlarıdır, bu radarların verileri halka açılamayacağına göre bu konu bir süre daha bu şekilde “örtük” kalacaktır). Fermi Paradoksu, dünya dışı uygarlıkların beklenen yaygın varlığı ile tespit edilebilir kanıtların eksikliği arasındaki bu şaşırtıcı tutarsızlığı ifade eder.
Karanlık orman teorisi (hipotezi) ise Fermi Paradoksu‘na ikna edici bir çözüm olarak görünmektedir. Evrendeki yaşamın iki temel yasasına dayanan teori, uygarlıkların her şeyden önce hayatta kalması gerektiğini ve genişlemenin evrendeki tüm maddelerin doğal bir özelliği olduğunu ileri sürmektedir. Gizliliğe ve gizlenmeye öncelik vermek, potansiyel düşmanlarla dolu bir evrende uzun vadeli hayatta kalmayı sağlamak için uygarlıklar için mantıklı bir stratejidir. Bu da varlıklarını gözlerden saklamak ve evrene varlıklarını duyuracak herhangi bir belirti göstermeden önce dünyaları yok etmek anlamına gelir.
“Üç Cisim Problemi “nde gösterildiği ve “Kıyamet Günü” kavramıyla sembolize edildiği gibi bir yıldızın yok edilmesi, karanlık orman teorisi için kanıt sağlar. Bir uygarlığın olası bir tehdidi bertaraf etmek için bir yıldızı yok etmesi, yalnızca diğer dünya dışı uygarlıkların varlığını değil, aynı zamanda önleyici saldırganlık ve kozmik gizlilik kavramlarına bağlılıklarını da gösterir. Dolayısıyla karanlık orman teorisi, evrenin sessizliğini ve mevcut olabilecek potansiyel tehditleri anlamak için korkutucu ama savunulabilir bir çerçeve sunmaktadır.
Yıldızlararası ilişkileri hayatta kalma ve genişleme mercekleriyle çerçeveleyen karanlık orman teorisi, uzaydaki akıllı uygarlıkların karşılaştığı zorluklara dair ayıltıcı bir bakış açısı sunar. Bakınız bu teori yad-sı-na-maz. Bu teori bizi dünya dışı yaşamın doğası ve kendi araştırma projelerimizin olası sonuçlarına ilişkin varsayımlarımızı yeniden değerlendirmeye zorlamaktadır. Karanlık orman teorisi, evrendeki yerimizi düşünürken ve Fermi Paradoksu’nun sonuçlarıyla boğuşurken, uzayın bilinmeyen derinliklerine girmeye cesaret edenleri bekleyen tehlikelere karşı bir uyarı görevi görmektedir.
Peki biz (daha doğrusu büyük devletler) ne yaptı?. Bu uyarıyı ciddiye almalıydık ama insanlık on yıllardır uzaya merhaba mesajları yolluyor. Bu mesajlar yollanırken kimse benim fikrimi sormadı. Benim adıma karar alma yetkisini “büyük” (?) devletlere kim verdi?. Açık konuşalım burada iki seçenek var. Ya zaten uzaylılarla ilişki içerisindesiniz ya da aptalsınız.
Bu ara açıklamalardan sonra konuya geri dönebiliriz.
Romanın, diğer zeki türlerle aktif olarak temas kurmaya çalışan ve kozmik izolasyon ilkesine uymayan oldukça gelişmiş bir dünya dışı toplum olan Trisolaran uygarlığını tasvir etmesi, Karanlık Orman hipotezine karşı güçlü bir argüman sunmaktadır. Varsayılan evrensel gizlilik zorunluluğundan bu ayrılış, kendini korumanın tüm uygarlıklar için ilk öncelik olacağı fikrine şüphe düşürmektedir.
Buna ek olarak, romanın ahlaki karmaşıklık ve insan doğası üzerine incelemesi, Karanlık Orman teorisinin ilkelerinin uygulanabilirliği konusunda şüphe uyandırmaktadır. Bazı toplumların korkudan ya da kendilerini korumak için kozmik bir sessizlik politikası uygulaması mümkün olsa da tüm akıllı türlerin böylesine katı bir davranış kuralını tutarlı bir şekilde takip etmesi olası görünmüyor. Farklı medeniyetler arasındaki motivasyon, ideoloji ve etik çerçeve çeşitliliğinin de gösterdiği gibi, evrenin yıldızlararası ilişkilere yaklaşımı yekpare olmaktan çok uzaktır.
Dahası, evrenin temelde düşmanca ve yırtıcı olduğu ve Karanlık Orman paradigması tarafından kontrol edildiği fikri, bazı uygarlıkların ittifaklar ve iş birliği çabaları oluşturduğu gerçeğiyle sorgulanmaktadır. Romanın iş birliği çabalarını tasvir etmesi, her ne kadar nadir ve tehlikeli olsa da yıldızlararası ortamda insanlar arasında iş birliği ve anlayışın tamamen yasak olmadığını ima etmektedir.
Sonuç olarak, Karanlık Orman hipotezi kitap bağlamında ilgi çekici bir anlatı aracı olsa da mantıksal çelişkileri ve kabul edilen insan davranışından sapması dikkatli bir incelemeyi gerektiriyor. Okuyucular “Üç Cisim Problemi “nin temalarını daha derinlemesine inceleyebilir ve bu teorinin temel varsayımlarına meydan okuyarak ve alternatif bakış açılarını göz önünde bulundurarak evrendeki akıllı yaşamın doğasına ilişkin kendi sonuçlarına varabilirler.
Uyarı: Bir sonraki kısımda bulunan argümanlar spoiler içermektedir. Kitapların dizileştirilme süreçlerinin bazı özelliklerini tartışacağım. Çok fazla bilgi vermekten kaçınmak için elimden geleni yapacağım, ancak spoilerlar sizi rahatsız ediyorsa, muhtemelen şimdi okumayı bırakabilir ve sonuç bölümünün ilk kısmına göz atabilirsiniz.
İlk Argüman: Bu Kitaplar Sessiz Bir Evreni Göstermiyor
Hipotez:
Karanlık Orman teorisine göre, evrende zeki uygarlıklar vardır, ancak keşfedilmelerini ve yok edilmelerini önlemek için gizlenmişlerdir.
Notlar (kitaba dayanarak):
“Üç Cisim Problemi”, sessiz bir evren fikrinin tam tersine, kozmik gizlilik yasalarına meydan okuyan gözlemlenebilir fenomenlerle dolu bir evren tasvir ediyor. Üç yıldız sistemi birkaç yüz yıl içinde yıkıcı sonlarıyla karşılaşıyor ve bu yıkım basit bir teleskopla çıplak gözle görülebiliyor. Feci olayların ve gizemli kayboluşların damgasını vurduğu bu kozmik çalkantılar, sessiz olduğu varsayılan bir evrende göze çarpan anomalilerdir. Dahası, gemilerin bıraktığı izler gibi gözle görülebilen olgular, evrensel gizlilik fikrine karşı daha fazla kanıt sağlamaz mı?
Değerlendirme:
Karanlık Orman teorisinin geçerliliği, kitapta tasvir edilen gözlemlenebilir gerçekler ile arasındaki farklar nedeniyle sorgulanmalıdır. Eğer gerçekten evreni yöneten bir sessizlik kodu olsaydı, gözlemlenebilir olaylar, özellikle de ileri teknolojik faaliyetlere ya da yıkıcı tahribata işaret edenler, belirgin bir şekilde yok olurdu. Aksine, “Üç Cisim Problemi” evrensel gizlilik fikrine meydan okumakta ve anomali ve karışıklıklarla dolu bir evren sunarak gözlemlenen fenomenler için ikame açıklamalar sunmaktadır.
Özetle:
Anlatının gözlemlenebilir fenomenler ile Karanlık Orman teorisini bir arada sunması, ikincisinin doğruluğunu sorgulatan mantıksal bir çelişki yaratmaktadır. Üç Cisim Probleminde tasvir edilen evren, kozmik sessizlik doktrinine sıkı sıkıya bağlı kalmak yerine, gözlemlenebilir olaylar ve gizli karmaşıklıkların dinamik bir etkileşimini sergileyerek okuyucuların akıllı yaşamın doğası ve yıldızlararası ilişkiler hakkındaki önyargılarına meydan okumaktadır. Tabi bu gerçek hayatta alınabilecek bir risk midir? Emin değilim.
Yönetmen ekibi Zihinsel Model Takibi yapma konusunda çok zayıf. Kusura bakmasınlar.
İkinci Argüman: Sessiz Kalmanın Faydası Yok
Hipotez:
Karanlık Orman teorisine göre, uygarlıklar sessiz ve fark edilmeden kalırlarsa hayatta kalma şansları daha yüksektir.
Değerlendirme:
Dünya uygarlıklarının gözlemleri, hayatta kalmanın ve geride torun bırakmanın gizlilikten ziyade hızlı teknolojik ilerleme ve genişleme ile daha güçlü bir şekilde ilişkili olduğunu göstermektedir.
Notlar (Diziye değil, kitaba dayanarak):
Üç Beden Probleminde kozmik sessizlik ilkesini takip eden ve genişlemeyen toplumlar zayıf ve yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olarak tasvir edilmektedir. Öte yandan, kendi gezegenlerinin ötesine genişleyen ve hızlı teknolojik gelişme yaşayan toplumlar daha yüksek düzeyde uyum ve hayatta kalma becerisi sergilemektedir. Bu iki yöntem arasındaki fark, Karanlık Orman teorisindeki temel sorunların altını çizmekte ve varoluşsal tehditler karşısında hayatta kalmanın yalnızca gizlilikle sağlanabileceği fikrine şüpheyle yaklaşılmasına neden olmalıdır.
Peki ama?
Karanlık Orman teorisinin eksiklikleri, teorik temeli ile hikayedeki uygarlıkların gözlemlenen davranışları arasındaki farkla gün ışığına çıkıyor. Kozmik sessizlik ilkesi teorik olarak bir miktar güvenlik sağlasa da kitabın pratik gerçeklikleri tasviri, teknolojik ilerleme ve genişlemenin hayatta kalmanın daha güvenilir işaretleri olduğuna inanmaya yönlendiriyor. Büyüme ve yeniliği benimseyen medeniyetler dış tehditleri daha iyi savuşturabilir ve değişen koşullara uyum sağlayabilir, bu da uzun vadede hayatta kalma ve yayılma olasılıklarını artırır. Aslında bu durum kavramların adları değiştirilirse Türkiye Cumhuriyeti Devleti için de geçerli. Değil mi dersiniz? Biraz düşünün isterseniz.
Özet olarak:
“Üç Cisim Problemi”, Karanlık Orman teorisinin etkinliğini çürütmek amacıyla, akıllı medeniyetlerin yalnızca gizlilikle hayatta kalamayacağını gösteren güçlü bir vaka sunmaktadır. Hikâye daha ziyade, bir uygarlığın genişleme, teknolojik olarak ilerleme ve uyum sağlama yeteneğinin, dayanıklılığını ve uzun ömürlülüğünü belirlemede kritik unsurlar olduğunu ima ediyor. Kitap, yıldızlararası ilişkiler ve kozmosta hayatta kalmanın doğası hakkında yaygın olarak kabul edilen inançları sorgulayarak, okuyucuları (dünyadaki) akıllı yaşamın inceliklerini ve kozmosun uçsuz bucaksızlığında hayatta kalma mücadelesinde kullanılan taktikleri yeniden değerlendirmeye davet ediyor. Tabi günümüzde kullanılan önermelere baktığımızda en baskın kuram bu durum için nasıl bir cevap üretiyor? ya da bunun için ne gerekir? Tek dünya devletini kurmak gerekir… bu noktayı birazdan açacağız…
Oyun Teorisi ile İlgili Sorun
Üç Cisim Probleminde çözülen oyun teorisi bulmacası, toplumların algılanan tehditlere karşı kullanabilecekleri taktikler üzerine kapsamlı bir şekilde yeniden düşünmeye zorlamakta. Bu ikilemi daha derinlemesine incelemek için, basit anlatı özetlerinin ötesine geçmeli ve kendimizi ortaya konan teorik durumun karmaşık ayrıntılarına kaptırmalıyız.
Bir an için milyonlarca yıl önce bir uygarlığın ışık hızında uçmayı başardığını varsayalım. Bu teknolojik üstünlükle donanmış olarak, komşu yıldız sistemleri boyunca metodik bir kolonileşme ve genişleme görevine başlasınlar. Otomasyon ve en son teknolojiyi dikkatlice kullanarak, uzayın geniş alanları üzerinde büyük bir kontrol ağı oluşturduklarını düşünelim. Karanlık Orman teorisinin temel varsayımları, bölgesel hakimiyete yönelik bu proaktif yaklaşımla sorgulanmakta, dikkatli kaynak yönetimi ve planlı genişlemenin yıldızlararası hayatta kalma sorunlarına daha güvenilir yanıtlar sağlayabileceğini öne sürüyorlar (Özellike dizi versiyonunda).
Dahası, “sophonlar” gibi yenilikçi teknolojilerin ortaya çıkışı bu proaktif yaklaşımın uygulanabilirliğini daha da desteklemektedir. Işıktan daha hızlı iletişim kurma ve uzak yıldız sistemleri üzerinde uzaktan kontrol sağlama yeteneği sayesinde, sophonlar toplumların geniş kozmik mesafelerdeki olayları benzeri görülmemiş bir doğrulukla izlemelerine ve kontrol etmelerine olanak tanır (Bu gerçekten kuantum fiziği temelinde mümkün). Geleneksel kozmik izolasyon ve gizlilik fikirlerinin ötesinde, medeniyetler bu uzaktan izleme ve müdahale yeteneği sayesinde etki alanları üzerinde bir dereceye kadar kontrol uygulayabilirler.
Bu diğer olasılık da göz önünde bulundurulduğunda, yıldızlararası yönetişim dinamiklerinin daha önce düşünülenden çok daha karmaşık olduğu açıktır.
Uygarlıkların stratejik hesapları, teknolojik güçleri, kaynakların mevcudiyeti ve rakip gruplardan gelebilecek olası tehditler gibi çok çeşitli değişkenleri dikkate almalıdır. “Üç Cisim Problemi” okuyucuları kozmik politikanın karmaşıklığına ve akıllı yaşam formlarının evrenin uçsuz bucaksız genişliği içinde hayatta kalma ve egemenlik kurma arayışlarında kullandıkları çeşitli stratejilere dair spekülatif bir yolculuk ama bu yolculuk emin olun günümüz jeopolitiğine rahatça uyarlanabilir. Dahası uzaylılar yerine istediğiniz X faktörünü koyabilirsiniz.
En önemli soru: Netflix dizisinin sonucu ne oldu?
Üç Cisim Probleminin Netflix uyarlamasına farklı yorumlar yapan izleyicilerden biri de bendim. Olumlu yönlerine rağmen dizi, bazı unsurları ele alış biçimi ve orijinal materyalden sapması nedeniyle eleştirildi. Kusura bakmayın ama haklıyız. Beklentimiz yüksekken bunu yaparız.
İlk kitaptaki olaylardan sonra olay örgüsünü devam ettirme seçimi, hayranlar tarafından dile getirilen ana şikayetlerden biri. Orijinal hikâyeden bu şekilde uzaklaşılması, üçlemenin diğer iki kitabını okumamış olan izleyicileri hayal kırıklığına uğratma riski taşıyor-du. Ki bu da bir noktaya kadar gerçekleşti.
Netflix’in prodüksiyon standartları kalite açısından memnun edici. Tabi sadece diziyi izleyenler için bu durum böyle. Kullanılan görsel efektler kitapta tasvir edilen dünyanın ihtişamını ve karmaşıklığını yakalamakta yetersiz. Oyunculuklar fena değildi ama olağanüstü de değildi. Bir okuyucu olarak, hikâyenin daha ayrıntılı ve ilgi çekici bir şekilde anlatılmasını ummuştum, ancak Netflix uyarlaması beklentilerimi son tahlilde karşılamadı.
Auggie, Jack ve Jin gibi ilk kitapta olmayan yeni karakterlerin diziye dahil edilmesi kayda değer bir değişiklik. Bu karakterler hikâyeye ek bir drama ve entrika katmış olsa da orada olmalarının zorlama ve gereksiz göründüğü anlar oldu. Ancak genel olarak konuşmak gerekirse, kendi hikayeleri ana olay örgüsüne çok az şey kattı. Tabi bunun nedenini sonuç bölümünde kendim ayrıca bir listede yorumlayacağım.
Netflix dizisi, kusurlarına rağmen kitaptakilerden daha iyi olan bazı şaşırtıcı sahnelere de sahipti. Dizinin en akılda kalıcı sahnesi, şiddetin grafik ve içgüdüsel tasviriyle övülen Panama Kanalı’ndaki sahneydi. Tüm ailelerin nano fiberlerle doğranarak, acımasızca öldürülmesini de içeren grafik detaylar, metne orijinalinde biraz eksik olan bir yoğunluk ve aciliyet duygusu getirdi. Tabi getirdiği başka noktalar da var. Ondan da birazdan sonuç bölümünde bahsedeceğim.
Her şey göz önünde bulundurulduğunda, bazı eksikliklere rağmen, “Üç Cisim Problemi “nin Netflix yorumu, izleyicinin dikkatini çeken büyüleyici anlara sahip. Ancak kitabın hayranlarının da, dizinin orijinal eserin zenginliğini ve derinliğini tam olarak yakalayamadığını, sadık bir uyarlama ve yaratıcı yorumlama açısından arzulanan çok şey bıraktığını hissettiler diye düşünüyorum.
Özet Yerine
İşte bu kısım önemli.
Şimdi de özenle en şahsi fikirlerimi ele almak isterim. Bu anlatılar da spoiler içerir o yüzden diziyi izlemediyseniz bu kısmı kendi sorumluluğunuzu kabul ederek okumanızı öneririm.
- Bir kere uzaylılarla iş birliği yapan karakter (Covid’i de dünyaya yaydığı varsayılan) bir Çinli. Aslında burada bilinen tarihin ötesindeki mitolojik yapıya bir sesleniş bulunmakta. Bu tartışmalar sıklıkla büyük tufan öncesinde birbiri ile itişen iki uygarlığın bugünkü devamlarının dünya dışı bir çatışmayı körüklemek için Çin’i oluşturan devrim sürecinden haklılık payı bulmasına dayanıyor. Tam anlamıyla günümüz jeopolitiğinde batının bakış açısına uygun bir duruş. Yani kimler kimlerle..
- İkincisi uzaylılar gökyüzünde her şeyi gören bir “göz” koyarak işe başlıyorlar. O göz aslında Mısır kültleriyle alakalı bir göndermeyi gözümüzün içine sokuyor. Bu kadar bariz yapılması da ilginç gelebilir ama aslında çok normal. Bilinen tarih ile kurgucu tarih üretiminin farkını aşmak için ise yeterli değil. Gene de önemli bir benzetme metodu. Asıl soru şu. O göz aslında kimi uyarıyor? hatta doğrudan tehtit ediyor?
- Öte yandan karşıtları olmasına rağmen CERN deneyleri ile ilgili yarı “conspirant” yorumlar olduğunu da unutmamak gerekiyor. Özellikle her şeyi gören göz konusu söz konusu olduğunda ve CERN sponsorlarının görünenden farklı sponsorlar olduğu eleştirileri, bu noktada konunun uzmanlarının analiz yapmasını ve yorumlarını bizlerle paylaşmasını gerektirecektir. Bu konularda benim de araştırmalarım ve fikrim var ama bu blog kapsamında fikirlerimi öne sürmeyi tercih etmeyi planlamıyorum. Bu bölüme özel görevim, bu noktanın varlığını yakalamış olmak ve o noktaya dikkat çekmek.
- Bir diğer konu da şu. Hollywood tarihi boyuncu uzaylılar ile görüşen millet olarak her zaman Amerikalıları ele almıştır. Diğer uygarlıklar her zaman Amerika’nın yancısıdır. Bu sefer durum farklı. Konunun hükmü aslen Birleşik krallıkta ve daha da ilginci Mİ6 ile değil Mİ5 ile birleşiyor. Bu oldukça ilginç bir durum. Ya da değil… Belki de bazı İngilizler Çinliler ile (hipotetik) kan temelli “ortak tarihleri” dolayısıyla bu hakkı kendilerinde görmüş olabilirler. Amerikalıların olaya dahil oluşu bile doğrudan değil. Aslında ellerinde tuttukları UN üzerinden bunu yapıyor olmaları da ilginç. Yani İngilizler bu noktada kuzenlerinden daha ileride olabileceklerini iddia ediyor olabilirler mi? Bir nokta daha var burada. Dünya adına yürütülecek olan savaşın seçilen liderlerinden bir tanesi “Leyla Arıç”. Eğer yanılmıyorsam Leyla Arıç Kürt kökenli bir YPG savaşçısı olarak resmediliyor. Bu seçim de oldukça ilginç. Bu seçim batı adına bir tesadüf olabilir mi?
- Dünyanın bu tip bir uzaylı saldırısı riskine maruz kalabileceğini herkes biliyor ama medyada konuşulmuyor. Asıl mesele şu. Bu tip bir risk yokken bile tüm dünyayı bir şemsiye altında toplamak için ortak bir tehlike gerekir. Acaba böyle bir başlık, bu tip bir isteğin altyapısını oluşturmak için kullanılır mı? Mesela 2025 yılında Ayasofya üzerinde kurgulanması planlanan bazı “girişimler” bu dizide gördüklerimizin farklı bir versiyonunu bize yaşatma amacı mı taşıyor?
- Yabancı uygarlığın haberleşme merkezi olarak kullanılan petrol taşıma şilebinin her noktasından kesilerek durdurulması gerçek siyasetin ve istihbarat operasyon personellerinin ciddi ve acımasız işler üstlenmek konusunda ne kadar tereddütsüz davranması gerektiğini dikte ediyor. Yani “bize saldıran, sonucuna katlanır” demenin bu kadar açık şekilde gösterilmesi; özellikle çocukların da bu sahnelerde katlediliyor olması inanılır gibi değil. Bunu batılı bir yapımda bu kadar açık şekilde ilk kez görüyorum. Konu oldukça ciddi olmasa Hollywood “resmi olmayan” kurallarını bu kadar bariz ihlal ettirmezdi.
- Uzaylıların CERN çalışanlarını öldürmesi ve CERN’e sabotaj yapıyor olması CERN ve kuantum fiziği için tarihte bir dizi eliyle yapılmış en büyük tanıtımdır. Gelecek de zaten bu alan üzerinden şekillenecek. Bu noktada yorumu uzatmayı tercih etmiyorum. Türk Cern’i neden yok merak ediyorum? Olası bir Türk Cern’ü: Geleceğin yüksek irtifa hava savunma sistemi, geleceğin Kaan’ı, geleceğin havadan bağımsız tahrikli denizaltısı, kıtalararası nükleer füzesidir. Uyumamalıyız.
Devam edelim.
- Dizi kurgusu, bu olaylar olurken dinler bu tip durumlarda ne yapacak? sorusunun cevabını vermeyi reddediyor… Aslında vermeliler çünkü uzaylılar da bizimle aynı boyuttan yola çıkarak dünyaya doğru geliyor. Yani kuramsal olarak bizim tanrılarımız onların da tanrısı olmalıydı. Dolayısıyla dizinin dünyaya baktığı ve eleştirdiği yer çok farklı. Belki de ben bu kadar mükemmel bir üçleme kitabının dizisinden çok fazla şey bekliyorumdur. En azından bu konuda. İşte sıradan kalmak ile efsane olmak arasındaki fark bu tip minik nüanslarda saklı. Yönetmenlerin “titre’i “beni ilgilendirmiyor. O ya da bu sebepten de olsa sınıfta kaldınız. Farkındaysanız isimlerini referans olarak bile yazmadım ve linklerini vermiyorum.
- Uzaylıların insanları böcek olarak tanımlaması diziyi ilginç bir noktaya evirmek için güzel bir hamle. İnsanların “bugs” olduğunu düşünmüyorum ama bu gidişat içerisinde biz insanların böceklere dönüşmeden işi çevirebileceğinden de emin değilim. Siyasal sistemler bu Ana Plan (Grand Plan) dönüşümü için müsaitlik göstermiyor. Bu arada böcekler milyonlarca yıldır her konuya dirençli varlıklar. Uzaylıların (aslında yazarın ve dizi yapımcılarının) insanları metaforlaştırması bu noktada hatalı. Bu noktayı ele alış dizi senaryo uyumlayıcılarına yakışmamış. Gerekirse sezonu 1 bölüm uzatırsın ama şu noktaları ele alır ve efsane olursun. Bu dediklerimi bütçeyi aşmadan hatta üzerine daha çok kar ederek başarabilirsin. Peki yaptın mı? Hayır. Neden olabilir diye düşünüyorum ve aklıma şu nokta geliyor. Belki de aslında bu kurgu dizi, gelecekte çıkacak bir makro kriz sonrası “purist” bir yönetici sınıfın dolaylı olarak tüm insanlığı tehtit etmesinin ilk işaret fişeğidir.Yani uzaylıları belki de uzayda değil dünyada aramamız gerekiyordur.
Unutmayın Alan, harita; harita da alan değildir. Tabi bu hatırlatma kafasını yerel siyasetten kaldırabilip uzak geleceği tasarlama endişesi olanlara, diğerleri aynen devam edecektir…