Giriş
Diploma skandalı dolayısıyla ele alacağımız “Modern savaş”, yalnızca askeri birliklerin cephede çatışmasından ibaret değildir. Bilakis, savaş artık veri setlerinde, kimlik mimarilerinde, toplumsal algılarda ve kurumsal işleyişlerin derin katmanlarında cereyan etmektedir. Bu nedenle gayrinizami harp analizine yaklaşım, klasik analitik düşünce kalıplarıyla değil, dinamik sistem çözümlemeleriyle yapılmalıdır. İşte tam bu noktada, diferansiyel denklemler yalnızca matematiksel bir araç değil, aynı zamanda bir epistemolojik çerçeve, bir algılama biçimi haline gelir.
Diferansiyel denklemler, bir sistemin değişim oranlarını zamana bağlı olarak takip edebilmemizi sağlayan matematiksel yapılardır. Bu denklem türü, özellikle dışsal ve içsel etkiler altında sürekli evrim geçiren sistemleri çözümlemek için kullanılır. Bir sistemin sadece statik anlık durumunu değil, aynı zamanda nasıl bir evrimsel eğilim gösterdiğini görselleştirmemizi sağlar. Örneğin bir virüsün yayılım modeli, bir finansal sistemin kırılganlık eşiği ya da bir algı operasyonunun toplum üzerindeki etkisi, diferansiyel denklemlerle modellenebilir.
Bu bağlamda, gayrinizami harp — yani devlet dışı ya da devlet destekli ama tanımsız unsurların, klasik savaş tanımlarının dışına çıkarak yürüttüğü hibrit, psikolojik, bilişsel ve yapısal saldırılar — baştan sona diferansiyel karakter taşır. Çünkü bu harp türünde etki, doğrudan değil; dolaylı, ertelenmiş ve sistem içi çoğaltmalı biçimde gerçekleşir. Sahte bir kimlik, anlık etkiden çok daha fazlasını üretir: o kimlik sistemin içinde kaldığı sürece yeni etkiler yaratır, diğer sistem öğeleriyle etkileşir, geribesleme üretir. İşte bu noktada diferansiyel denklemler, yalnızca matematiksel analiz değil, aynı zamanda bir istihbarat okuma yöntemi haline gelir.
Örneğin, bir sahte diplomalı kişi devlet sistemine dahil olduğunda bu sadece bir bireysel vaka olarak ele alınamaz. Bu kişinin attığı imzalar, yönettiği belgeler, temas ettiği kişiler, eriştiği dijital sistemler, zaman içinde üstel olarak çoğalan etkiler doğurur. Bunların hepsi zaman bağlı değişkenlerle ifade edilmek zorundadır. Dolayısıyla, her bir sahte kimlik, aslında yeni bir diferansiyel denklem sistemi yaratır. Her sızma noktası, sisteme yeni bir dış kuvvet olarak etki eder.
Diferansiyel denklemler aracılığıyla düşünmek, bu metnin metodolojik çıkış noktasıdır: amaç her olayı, her kurum içi etkileşimi ve her sahte kimlik vakasını zaman ve etki değişkenleri bağlamında formüle edilebilir bir değişim oranı olarak görmek; böylece gayrinizami harbin doğasının neden süreksiz değil, sürekli, neden yerel değil, ağsal; neden tekil değil, türevsel olduğunu matematiksel bir dilde ifade etmektir. Diferansiyel denklemler sadece nicel hesaplar üretmez; bir fenomenin “nasıl evrildiğini”, hangi parametrelerin hangi yönde ve hangi hızla değişimi tetiklediğini gösterir.
Dolayısıyla bir kurumun güvenlik bütünlüğü G(t) gibi bir değişkenle tanımlanıp, sahte diploma frekansı F(t), kurumsal denetim kapasitesi C(t) ve dış müdahale vektörü I(t) gibi parametrelerle ilişkilendirildiğinde, sadece “olan” değil “olacak” üzerine de öngörüler üretebiliriz. Gayrinizami harp bağlamında bu zorunludur; çünkü etkinin gecikmeli, çarpan etkili ve başlangıç koşullarına bağımlı doğası klasik istatistiksel yaklaşımlarla yakalanamaz. Clausewitz’in savaşın sisi (On War, 1832) olarak tanımladığı belirsizlik, bugün veri, kimlik ve kurumsal hafıza katmanlarında diferansiyel karakter kazanmıştır.
Sisli alanın (foggy field) dinamiğini yazarken, E(t) ile epistemik bulanıklığı; K(t) ile kimlik bütünlüğünü; S(t) ile sistem güvenliğini; A(t) ile aktivasyon potansiyelini tanımlayabiliriz. Bu bağlamda temel formülasyonlardan biri şöyle okunmalıdır: dG/dt = –α·F(t) + β·C(t) – γ·I(t). Burada α, sahte kimliklerin sistem bütünlüğünü bozma hızını; β, iç denetimlerin onarım kapasitesini; γ ise dış istihbarat tarafından tetiklenen kesintilerin şiddetini temsil eder. Denklem bize şunu öğretiyor: sistem bütünlüğündeki negatif türev (dG/dt < 0), sadece F(t) büyüdüğü için değil, aynı zamanda C(t)’nin eş zamanlı zayıflaması ve I(t)’nin artmasıyla eksponansiyelleşir. Başka bir deyişle, e-Devlet üzerinden dikey olarak yayılan sahte diplomalar tekil bir sorun değildir; G(t)’nin türevsel olarak negatifleşmesine neden olan bir parametreler bileşkesidir.
Sisli alan kuramı olarak ifade edilen bu belirsizlik matrisinde sentetik ajan üretimi (synthetic agent production), sadece bireysel sahtekârlığın ötesinde bir üretim hattıdır; burada sahte kimlik, sahte meslek kaydı, sahte sicil ve bazen de sahte sağlık verisi gibi katmanlar art arda örülür. Bu literatürdeki teorik referans noktalarından bazıları, bürokratik kırılganlıkları gösteren Michel Crozier’in analizleri (The Bureaucratic Phenomenon, 1964) ve modern bilgi-toplumu eleştirisinde Jean Baudrillard’ın simülakr kuramı (Simulacra and Simulation, 1981) ile akrabalık kurar: kurum, kendi kayıtlarında gerçekliği yeniden üretirken, üretimin kaynağı artık kontrol edilemeyen dış girdilerden beslenir.
Mesleki örneklerle konuşursak, bir “sahte savcı” sistemi içinde davaları açıp kapattığında, sadece o dava değil, o davaya bağlı cezai, idari ve mali zincirin hepsi etki alanına girer; eğer aynı kişi aynı zamanda adli yardım fonlarına erişmişse, haksız mali akış da başlar. Bu etki, hukuksal sistemin G(t) üzerindeki yerçekimini yerinden oynatır.
Gölgeleme stratejisi (shadowing strategy) kavramı bu ortamda işlevsel bir katman ekler; John Boyd’un OODA döngüsüyle teorik akraba unsurlara dayanan bu strateji (Patterns of Conflict, 1986) görünür yapıları taklit etmez, görünür yapılarla paralel ama farklı mantıkla hareket eden bir “ikincil komut katmanı” yaratır. Örneğin bir “vatandaşlık memuru”nun resmi kayıtlarda yaptığı küçük onaylar, eğer yabancı aktör tarafından koordine edilen paralel bir gölgelik ile eş zamanlıysa, on binlerce “sahte vatandaş” üretilebilir; burada bir kişinin rutin onay verme davranışı, parametreler bağlamında P(t) ile temsil edilirse P(t)’de küçük bir pozitif sapma yüzbinlerce K(t) değişimini tetikleyebilir. Yani tekil bir memurun hatası değil, gölgeleme stratejisinin şekilde verdiği parametre sızıntısıdır.
Kurumsal ayrışma (institutional dissociation) teorisi bu dinamiği içeriden açıklar. Kurum içi bilgi akışının türevsizleştiği, birimlerin senkronizasyonunun bozulduğu durumlarda denetim katsayısı C(t) düşer ve sistem, içsel rezonans kaybına uğrar. Bu noktada algoritmik enfiltrasyon (algorithmic infiltration) devreye girer; Cathy O’Neil’in kitabında tartıştığı gibi (Weapons of Math Destruction, 2016), öğrenen sistemler veri ile beslendiğinde, verinin güvenilirliğini sağlayan meta-denetim çöküyorsa, yapay zekâ modelleri bile yanlış normalleştirmelere yol açar. Mesleki örnek: bir “yazılımcı”nın sisteme yerleştirdiği küçük format manipülasyonu, sisteme giren verilerin doğrulanmasını bozduğunda, otomatik atama algoritmaları tarafından onbinlerce yanlış atama üretilebilir. Bu, fiziksel bir komuta zinciri kırılmadan önce dijital komuta zincirinin parametrik olarak “eğimlendirilmesi” demektir. Yani bu aslında devletinin yıkılmaya başladığı “an”dır.
Post-hakikat matrisinin (post-truth matrix) etkisi burada epistemik çöküşü hızlandırır. Thomas Schelling’in eşik davranışı modelleri (Micromotives and Macrobehavior, 1978) ile birleşen post-truth tartışmaları (ör. Lee McIntyre, Post-Truth, 2018; Baudrillard, 1981) bize gösterir ki halkın neye inanacağı, kurumun nasıl tepki verdiğini etkiler; bu yüzden bir “sahte doktor” vakası yalnızca sağlık hizmeti sunumunu etkilemez; toplumun sağlık güvenine dair algıyı değiştirir ve bu, S(t)’yi doğrudan negatif yönde etkiler. Bir afet durumunda—mesela deprem gibi kitlesel ruloların oluştuğu anlarda—ölü sayısının artışı, kurumların olağan denetim reflekslerini zayıflatır; burada disosiyasyon katsayısı hızla yükselir ve H(t) yani uyuyan hücre aktivasyon potansiyeli tetiklenebilir. Deprem sonrası sahte kimliklerle yapılan acil atamalar, hem lojistik hem de bilgi-mekanik bakımından kaotik bir ağ doğurur.
Sessiz enjeksiyon dinamikleri (silent injection) bu aşamada en sinsi patikayı takip eder: sahte mühendisler tarafından onaylanan yapısal projeler, kalite güvence verisi manipülasyonu ile birleştiğinde, uzun vadede fiziksel altyapı risklerini büyütür. Bir “sahte mühendis”in imza attığı beton test raporları, çarpan etkisiyle binaların zayıf yapılmasına yol açarsa, olası bir fiziksel saldırı veya doğal afet anında hasar katmanları beklenenden çok daha yıkıcı olur. Edward Snowden’ın ifşaatları (Permanent Record, 2019) dijital enjeksiyonların uzun vadeli etkilerine dair bir uyarı niteliğindedir: görünür olmayan küçük izinler biriktikçe, sistem bütünlüğü beklenmedik anda kırılabilir.
Bu bölümün pratik çıkarımı nettir: e-Devlet üzerinden belgelendirme sistemlerinde ortaya çıkan sahte diploma dalgası, eğer yalnızca bireysel bir yolsuzluk olarak ele alınırsa —C(t) geçici müdahalelerle onarılırsa— geri dönüş mümkündür. Ancak sahte kimliklerin ağsallaştığı, gölgeleme stratejilerinin devrede olduğu, algoritmik eğrilerin zehirlendiği ve kurumsal ayrışmanın kronikleştiği bir ortamda G(t)’nin türevi uzun vade için negatife sapar ve bu süreç, fiziksel bir son vuruşu hazırlayan bir ön cephe sondajı olarak işlev görebilir. Bu nedenle her bir meslek grubu—savcı, hâkim, polis, doktor, mühendis, vatandaşlık memuru, yazılımcı—sistemdeki parametrelerin hem kaynakları hem de taşıyıcılarıdır; onların sistem içindeki küçük davranışsal sapmaları, diferansiyel olarak ölçüldüğünde bütün bir devlet makinesinin kırılganlık eğrisini belirler.
Şimdi medyada işin detaylarını teknik olarak açıklamak konusunda çok sınırlı olan kapasiyeyi, temel akademik görüşler çerçevesinde ele alarak tarihe teknik bir not düşelim.

Sistem İçi Dönüşüm: Kurumsal Yapılara Enjekte Edilen Sessiz Sosyal Kodlar
Sistem içi dönüşüm, ilk bölümde ortaya koyduğumuz parametreler üzerinden okunabilecek ama artık tek tek parametre sapmalarının ötesine geçen, bütün yapının iç mantığını değiştiren bir süreçtir. Gayrinizami harp doktrinlerinde bu evre, ilk sızma ve gölgeleme aşamasının ardından gelen “iç kodlama” safhasıdır. NATO’nun AJP-3.5 Allied Joint Doctrine for Special Operations gibi metinlerinde, düşman yapının “kendi işlevini yerine getirirken aslında başka bir amaca hizmet eder hale gelmesi” bu safhaya atıfla anlatılır. E-Devlet sahte diploma vakalarının, sahte unvan sahiplerinin kurumsal işleyişe yerleşmesiyle bu evreye yaklaşması tesadüf değildir. Çünkü artık sadece G(t) parametresinde bir negatif türev yoktur; sistemin iç algoritmaları, işleyiş mantığını değiştirecek şekilde enjekte edilmiştir.
Kurumsal Hafıza Kaybı Dinamiği, bu dönüşümün temel bileşenlerinden biridir. Michel Foucault’nun iktidar-bilgi ilişkisine dair kavramsallaştırması (Discipline and Punish, 1975) ve ayrıca David Weinberger’in kurumsal hafıza üzerine dijital çağ analizleri bu konuda referans oluşturur. Hafıza kaybı, kurumun geçmiş kararlarının, kayıtlarının ve bunların bağlamsal anlamlarının silikleşmesiyle başlar. Sahte mühendis, sahte noter veya sahte trafik müfettişi gibi ajanlar, bu süreci hızlandırır çünkü ürettikleri belgeler ve raporlar, zaman içinde “resmi arşiv” haline gelir. 10 yıl sonra bir mühendislik projesinin statik hesabına bakıldığında, onun aslında sahte bir kimliğin imzasını taşıdığını gösteren meta-veriler kaybolmuşsa, sistemin hafızası fiilen yeniden yazılmış demektir. Hafıza kaybı burada sadece arşiv bozulması değil, doğrulama mekanizmalarının yapısal körleşmesidir.Yani aslında devlet çoktan yıkılmıştır..
Yasal Gölgeleme, ilk bölümdeki gölgeleme stratejisinin kurumsal ve hukuki versiyonudur. Bu aşamada, sahte aktörler yalnızca kurumsal işleyişte değil, yasal süreçlerin içinde de görünür bir “doğruluk” taşır. Pierre Bourdieu’nün “meşruiyet alanı” kavramı bu noktada önem kazanır; çünkü noter mühürleri, mahkeme onayları veya mühendislik odası belgeleri, sisteme meşruiyet işareti taşır. Sahte bir noter tarafından onaylanan miras devri, görünürde tüm yasal gereklilikleri yerine getirmiştir. Ancak bu belge zinciri, başka bir sahte aktör tarafından başka bir alanda kullanılmak üzere hazırlanmış olabilir. Böylece hukuk sistemi, kendi kayıtlarını delil olarak sunarken, farkında olmadan düşmanın kodunu taşıyan belgeleri meşrulaştırır. Bu, G(t) parametresini düşürmekle kalmaz; β yani onarım kapasitesini de içeriden tüketir.
Veri-Temelli Etki Mühendisliği, algoritmik dönüşümün doğrudan saldırı hattıdır. Cathy O’Neil’in belirttiği gibi (Weapons of Math Destruction, 2016), algoritmalar yanlış verilerle beslendiğinde kendi kendine hatalı normlar üretir. Sahte trafik müfettişlerinin düzenlediği raporlar, yapay zekâ destekli kaza analizi sistemine girdiğinde, trafik yoğunluğu, hız limitleri veya yol güvenlik öncelikleri yanlış şekillenir. Bu veriler sadece bugünkü kararlara değil, yarının şehir planlamasına da yansır. Böylece saldırı, bir defalık bir sabotaj değil, sürekli yanlış karar üretme mekanizmasına dönüşür. Etki mühendisliği burada düşmanın “kendiliğinden işleyen” bir sabotaj zinciri kurmasını sağlar; saldırgan artık sistemi elle manipüle etmez, sistem kendi kendini yanlış yönlendirir. Türkiye bu diploma skandalı ile aslında yıkımın bu aşaması ile “tanıştırılmış” oldu.
Doğrulanabilirlik Eşiği Aşınması (Verifiability Collapse), kurumsal bütünlüğün kırılma noktasını tarif eder. Shoshana Zuboff’un gözetim kapitalizmine dair analizleri (The Age of Surveillance Capitalism, 2019) bu bağlamda önemli bir zemin sunar. Bir belge, bir kimlik ya da bir imza doğrulanamaz hale geldiğinde sistemin geri kalan tüm parçaları, doğrulama eşiği altına düşer. Sahte mühendis imzası taşıyan bina projeleri ile sahte noter onaylı tapu devri belgeleri aynı veri tabanında bulunduğunda, hangi kaydın gerçek, hangisinin sahte olduğunu belirlemek pratikte imkânsız hale gelir. Burada çöküş, bir belgede değil, bütün doğrulama sürecinin mantığında yaşanır. Sistem “doğru” ve “yanlış”ı ayırt edemezse, dG/dt artık sadece negatif değil, hızlanan bir negatif eğriye dönüşür.
Meslek simülasyonları bu kuramların pratiğe oturmuş biçimidir. Sahte mühendis, yalnızca yapı denetim zincirine değil, afet yönetim planlarına da sahte veriler enjekte eder. Sahte noter, mali akışların yasal görünmesini sağlayarak kara para trafiğini devlet arşivine işler. Sahte trafik müfettişi, kaza istatistiklerini değiştirerek ulaşım politikalarını uzun vadede yanlış yönlendirir. “Gerçek kişi gibi görünen ancak dijital kimlikli” ajanlar ise, hem kamu hem özel sektörde işlem yapabilen, ancak fiziksel olarak var olmayan sentetik aktörlerdir. Bu aktörler, blockchain temelli kimlik doğrulama sistemlerinin bile üzerine “doğru” olarak kaydedilebilir çünkü sisteme ilk giriş noktası manipüle edilmiştir.
Tüm bu süreçler, ilk bölümdeki sisli alan, gölgeleme stratejisi, kurumsal ayrışma ve sessiz enjeksiyon kavramlarının doğal devamıdır. Burada artık hedef sadece mevcut yapıyı zayıflatmak değil, yapının kendi içinden düşmana hizmet eden bir alt-mantık üretmesini sağlamaktır. Gayrinizami harp literatüründe bu, “final kinetic strike” (saha kinetic vuruşu) öncesi en kritik evre olarak kabul edilir; çünkü bu noktada sistem, kendi çöküşünü kendi eliyle hazırlayan bir otomat haline gelmiştir.

Kamu Algısı ve Medya Alanı – Post-Hakikat İletişim Stratejileri
İlk iki bölümde ele alınan yapısal sızma ve sistem içi dönüşüm aşamaları, doğrudan kurumsal omurgayı hedef alıyordu. Ancak gayrinizami harp doktrininde, bu aşamalar tek başına nihai sonucu getirmez; çünkü toplumsal meşruiyet alanı dönüştürülmeden fiziksel veya ekonomik son vuruşun etkisi tam olarak hissedilmez. Post-hakikat dönemde kamu algısının şekillendirilmesi, artık tek yönlü propaganda ile değil, bilgi mimarisinin kendisini yeniden kodlayarak yapılır. Bu aşamada medya alanı, sosyal ağlar, içerik üretim platformları ve reklam teknolojileri, birer operasyonel sahaya dönüşür. E-Devlet sahte diploma saldırısının arka planında yer alan “kurumsal gerçeklik aşındırma” süreci, bu evrede kitlesel algı mühendisliği ile tamamlanır; çünkü bireyler sahte aktörlerin ortaya çıkardığı çarpıklığı ya normalleştirmeli ya da yanlış yönlendirilmiş tepkiler vermelidir.
Dijital Kakofoni Teorisi, bu aşamanın temel kavramıdır. Cass Sunstein’ın bilgi bolluğu ve kaotik enformasyon üzerine çalışmaları ile Manuel Castells’in ağ toplumu teorisi bu noktada kritik referanslardır. Dijital kakofoni, bilgi akışının hacmini, hızını ve çeşitliliğini öyle bir seviyeye çıkarır ki, gerçek bilgi ile manipülatif bilgi arasındaki ayrım, bilişsel yük altında bulanıklaşır. Sahte diploma vakasının medyadaki yansıması, eş zamanlı olarak yüzlerce farklı versiyonda, farklı aktörlerin söylemleriyle, farklı ideolojik çerçeveler içinde yayımlandığında, kitleler yalnızca ne olduğuna değil, neyin önemli olduğuna dair de karar veremez hale gelir. Bu aşırı enformasyon gürültüsü, kurumsal hafıza kaybının toplumsal izdüşümü olarak işler; bireyler artık doğrulama reflekslerini yitirir.
Yankı Odası İnhibisyonu, kakofoni sonrası ikinci kırılma noktasıdır. Eli Pariser’in yankı odası (filter bubble) kavramıa bu noktada dikkate alınmalıdır. Algı mühendisliği sürecinde, saldırgan, toplumun farklı segmentlerini birbirinden izole bilgi ortamlarına hapseder. Bu, sahte diploma olayının bir kesim tarafından “küçük bir bürokratik hata” olarak, başka bir kesim tarafından ise “devletin tüm yapısının çöktüğünün kanıtı” olarak görülmesini sağlar. Gerçekte ise iki taraf da sistemin asıl zafiyet noktalarına erişemez; çünkü kendi yankı odaları, kritik bilgiyi ya filtrelemiş ya da çarpıtmıştır. Bu inhibisyon, toplumsal dayanışma ihtimalini ortadan kaldırır ve saldırganın sonraki kinetik aşamaya daha az dirençle ilerlemesini mümkün kılar.
Meme-Temelli Mobilizasyon, bu evrede görünürde en yüzeysel ama operasyonel olarak en hızlı etki üreten yöntemdir. Limor Shifman’ın dijital kültürde memetik yayılım üzerine çalışmaları (Memes in Digital Culture, 2014), bu sürecin teknik boyutunu anlamak için kritiktir. Memeler, basit görsel-ifadelerden çok daha fazlasıdır; duygusal tetikleyici kodlar taşır. Sahte diploma olayı üzerinden üretilen ironik, alaycı ya da öfke yüklü görseller, bireylerin dikkatini kurumsal yapının karmaşık teknik zafiyetlerinden çekip basitleştirilmiş, kişiselleştirilmiş anlatılara yönlendirir. Böylece sistematik bir sızma operasyonu, kitleler tarafından “gülünüp geçilecek” bir olay ya da “tekil bir skandal” olarak algılanır. Mobilizasyon ise ironik biçimde hem protesto hem de ilgisizlik üzerinden yürür; iki uç da saldırganın lehine işler çünkü her iki durumda da asıl yapısal sorun tartışma dışına itilir.
Toplumsal Algoritmik Sürüklenme, bu evredeki en sofistike mekanizmadır. Safiya Noble’ın algoritmik önyargı üzerine yaptığı çalışmalar (Algorithms of Oppression, 2018), saldırganın bu önyargıları nasıl lehine kullanabileceğini gösterir. Sosyal medya platformlarının içerik sıralama algoritmaları, kullanıcı davranışlarını temel alır. Sahte diploma krizine dair içerikler, belirli anahtar kelimeler, etkileşim yoğunluğu ve kullanıcı profillerine göre farklı biçimlerde öne çıkar. Bu da toplumun her kesiminin farklı bir kriz hikâyesi görmesine neden olur. Bazı gruplar için olay, bireysel sahtekârlıkların sonucu; diğerleri için ise uluslararası bir komplo olarak şekillenir. Gerçek hikâye, algoritmaların sürüklediği bu farklı paralel anlatılar içinde kaybolur. Sürüklenme uzun vadede yalnızca bilgi değil, değerler hiyerarşisini de değiştirir; neyin acil, neyin önemsiz olduğu kararı algoritmik akışın eline geçer.
Gazeteci, influencer, veri analiz uzmanı ve reklamcı gibi meslek rollerinin bu evrede kullanımı, ilk iki bölümdeki sahte meslek simülasyonlarının medya alanındaki karşılığıdır. Gazeteci rolündeki ajan, haberin gündeme giriş şeklini kodlar; influencer, mesajın duygusal yoğunluğunu ayarlar; veri analiz uzmanı, sosyal ağlardaki etkileşim modellerini takip ederek içerik optimizasyonu yapar; reklamcı ise kriz anlarında belirli söylemlerin hedefli reklamlarla öne çıkarılmasını sağlar. Böylece medya ekosistemi, yalnızca olayları haberleştiren değil, bizzat olayların sahasını belirleyen bir operasyonel alan haline gelir.
Bu evre, ilk bölümdeki sisli alan stratejisi ve ikinci bölümdeki sistem içi dönüşüm sürecinin doğrudan toplumsal karşılığıdır. Burada hedef, artık yalnızca kurumsal parametreleri bozmak değil, Türk toplumunun “gerçeklik” ile olan bağını sistematik biçimde aşındırmaktır. Bu bağ aşındığında, fiziksel veya ekonomik son darbe yalnızca maddi hasar değil, kalıcı sosyal çözülme yaratır.
Bu konuyu ikinci kitabımda daha detaylı ele alacağım. Bahsi geçen kitabın eylül sonu ya da ekim başı gibi (2025) yayınlanacağını tahmin etmekteyim

Savaşsız Savaş – Sessiz Operasyonlar Çağında Yeni Çatışma Biçimleri
Önceki üç bölümde ortaya konan yapısal sızma, sistem içi dönüşüm ve post-hakikat algı mühendisliği aşamaları, modern çatışmanın hazırlık evrelerini temsil ediyordu. Ancak hibrit savaş doktrini, bu aşamaları yalnızca hazırlık değil, aynı zamanda nihai operasyon biçimi olarak da tanımlar. “Savaşsız savaş” evresi, klasik anlamda tank, tüfek, füze ile yürütülen çatışmanın yerini, sessizlik, görünmezlik ve algoritmik davranış yönlendirmesinin aldığı bir üst safhaya taşır. Bu noktada saldırı, askeri doktrinlerin tarif ettiği “kinetik” eşiklere ulaşmadan toplumsal ve kurumsal direnç mekanizmalarını çökertebilir. E-Devlet sahte diploma saldırısı, yalnızca bürokratik bir güvenlik ihlali değil, bu evrenin mikro ölçekli bir provasıdır; asıl hedef, bu tip sızmaların sistemik düzeyde art arda uygulanarak bir ulusun kendi kendine çöküşüne zemin hazırlamasıdır.
Davranışsal Derin Takip, bu evredeki en kritik araçlardan biridir. Shoshana Zuboff’un “gözetim kapitalizmi” kavramıyla tanımladığı veri odaklı izleme mekanizmaları, burada salt ekonomik amaçlı değil, stratejik-psikolojik manipülasyon için kullanılır. Bireylerin dijital davranış kalıpları, alışkanlıkları, tepkileri, sosyal çevreleri ve bilişsel eğilimleri, sürekli güncellenen profil dosyaları halinde işlenir. Böylece saldırgan, yalnızca kitlelerin genel tepkilerini değil, tekil bireylerin gelecekte hangi uyarana nasıl tepki vereceğini de yüksek doğrulukla tahmin edebilir. Bu veri tabanı, sonraki algı mühendisliği operasyonlarında milimetrik hassasiyetle hedefleme yapılmasını sağlar. Sahte diploma skandalına verilen tepkiler, hangi sosyoekonomik segmentlerin kolayca manipüle edilebileceğini, hangilerinin direnç göstereceğini açıkça ortaya koyar.
Sibernetik Müdahale Eşikleri, klasik askeri caydırıcılığın yerini alan yeni bir stratejik kavramdır. Norbert Wiener’ın sibernetik teorileri ile Paul Virilio’nun hız ve teknoloji üzerine çalışmaları bu kavramın teorik temelini oluşturur. Burada amaç, doğrudan çökertmek değil, sistemin kendi kendini yönetme kapasitesini belirli eşiklerin altına düşürmektir. Bu eşikler aşıldığında Türk devleti, kendi veritabanlarını doğrulamakta, kamu politikalarını yürütmekte veya kriz anında koordinasyon sağlamakta zorlanır. Sahte diploma vakası, kritik devlet veritabanlarının bütünlüğüne duyulan güveni hedef alarak bu eşiğin test edilmesini sağlar. Toplumun bir bölümü “devlet her an manipüle edilebilir” algısına çekildiğinde, kriz anında merkezi otoritenin vereceği emirlerin etkisi ciddi biçimde azalır.
Simülakr Zekâsı ve Kurmaca Toplumlar, Jean Baudrillard’ın simülakr teorisinden türetilmiş, ancak yapay zekâ tabanlı bilgi üretim kapasitesiyle güncellenmiş bir saldırı biçimidir. Bu modelde saldırgan, yalnızca yanlış bilgi üretmez; alternatif, kendi içinde tutarlı, bütün bir kurmaca gerçeklik inşa eder. Dijital ajanlar, sahte akademisyenler, kurgusal uzman görüşleri ve deepfake medyalar bu yapının bileşenleridir. Böylece toplumun bir bölümü, gerçek dünyadan kopuk ama kendi içinde mantıklı bir “kurmaca ülke” algısında yaşamaya başlar. Sahte diploma skandalı, bu tür bir simülakr topluma geçiş için uygun bir katalizör görevi görür; çünkü akademik unvan, toplumsal statü ve liyakat algısının köküne yerleşmiş bir unsurdur. Bu unsurun değersizleşmesi, gerçeğin yerine kurmacanın geçebileceği bir zemin hazırlar.
Yavaş Algı Bombardımanı (Slow Perception Bombing), sessiz operasyonların zamana yayılmış en yıkıcı formudur. Burada saldırı, tek seferlik bir şok dalgası olarak değil, aylar veya yıllar boyunca düşük yoğunluklu, neredeyse fark edilmeyen dozlarda yürütülür. Bu strateji, Herbert Simon’ın dikkat ekonomisi teorisi ile uyumludur; sürekli küçük çaplı krizler, bireylerin dikkat rezervlerini tüketir. Sahte diploma olayı sonrası benzer ölçekli başka skandalların, farklı sektörlerde art arda gündeme gelmesi, bu bombardımanın bir parçasıdır. Bir noktadan sonra toplum, büyük bir yolsuzluk ya da ihanet vakasını, küçük bir idari kusurla aynı önem seviyesinde algılamaya başlar. Bu da nihai darbe geldiğinde kitlesel tepki kapasitesini neredeyse sıfırlar.
Savaşsız savaş evresinde tüm bu kuramlar birleşerek, geleneksel anlamda “çatışma” olarak tanımlanmayan ama ulusal kapasitenin sürdürülebilirliğini doğrudan hedef alan bir operasyonel düzlem oluşturur. İlk bölümde tarif edilen sisli alan, ikinci bölümde kurumsal dokulara enjekte edilen sessiz kodlarla güçlenir; üçüncü bölümde post-hakikat medya düzeni ile kitlesel algı kırılır; bu son evrede ise davranışsal, teknolojik ve kültürel parametreler eş zamanlı manipüle edilerek fiziksel bir mermi dahi atılmadan ulusal direnç çöker. Sahte diploma olayı, bu zincirin küçük bir halkası gibi görünse de, doğru okunduğunda tüm zincirin haritasını verir.
Sonuç: Diploma Skandalı Bizi Nereye Götürecek?
Bu noktada tarif edilen yapı, Türkiye Cumhuriyeti’ni yok etmek amacıyla geliştirilen çok katmanlı sistemin son halkasını oluşturur. Hibrit savaşın, sızma, dönüştürme, post-hakikat düzeni ve savaşsız savaş evreleriyle birlikte yürütülen bu süreç, artık yalnızca teknik bir plan değil, olgunlaştırılmış bir uygulama safhasına gelmiştir. Hiper güçler, uzun yıllar süren hazırlık ve test aşamalarını tamamlamış, kripto – dönme iç liderler ve onlara bağlı alt kadrolarla bu işi nihayete erdirme sözü vermiştir. Bu noktada hedef, dış müdahale görüntüsü vermeden, içeriden, yerli görünümlü aktörler aracılığıyla ulusal bütünlüğün ve direnç kapasitesinin tamamen tasfiyesidir.
Türk’ün, tarihsel hafızasını ve stratejik reflekslerini diri tutmak için her türlü senaryoyu göz önünde bulundurması artık hayati bir zorunluluktur. Bu, yalnızca askeri veya diplomatik tedbirler değil; siber güvenlikten bilgi harp tekniklerine, kurumsal dokunulmazlıktan toplum psikolojisinin güçlendirilmesine kadar çok boyutlu bir savunma yaklaşımını gerektirir. Klasik tehdit algılarının ötesine geçen bu saldırı biçimleri, hem düşünce hem de uygulama düzeyinde yeni bir Türk doktrininin zorunluluğunu ortaya koymaktadır.
Burada yazılanlar, aslında benim ikinci kitabımda ele alınan konuların doğrudan bir özetidir. Ancak bu ikinci kitap, asıl çıkacak olan üçüncü kitabın ön hazırlığı niteliğinde olup, yeni Türk doktrini üzerine yürütülen kapsamlı bir çalışmanın parçasıdır. İkinci kitapta ise bu analizler, yalnızca teşhis boyutunda kalmayacak; stratejik savunma, karşı hamle planlaması ve geleceğe dönük ulusal kapasite inşası üzerine somut önerilerle desteklenecektir. Bu bağlamda ikinci kitap, mevcut tabloyu (bu konu başlığına özellikle değinmese de) berraklaştırırken, üçüncü kitap, bu tabloya karşı geliştirilecek birleşik Türk budunu cevabının teorik ve pratik çerçevesini sunacaktır.
Unutmayınız, devletin devrinliğinin bittiği yerde TÜRK budununun derinliği başlar.
Hoşçakalın.